Mesele ciddi ve derin. Teknik detaylarda kaybolduk. Siyasi ve askeri inzibat yetiniyoruz. Sormamız gereken soruyu unutuyoruz: Toplumun kılcal damarlarına kadar nasıl girebildi FETÖ? Ürkmeden soralım-dostlar kızmasın ama: “Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi” dedikleri sahte değer nasıl üretildi? Nasıl satıldı? Nasıl pazarlandı? “Alan memnun-satan memnun” bu tezgâh ruhumuzun hangi köşesinde arsa buldu? Bunca yıl sesimizi çıkartamayacak kadar nasıl benimsetildi?

Toplumun hangi ihtiyacına denk geliyordu FETÖ yapılanması? Ülkenin gelmiş geçmiş en istikrarlı, en kararlı başbakanını bile “İstediğiniz neyse verdik!” demeye getirten ikna teknikleri nelerdi? Daha basitçe soralım, Fethullah Gülen’in elindeki anahtarın açtığı kilit nedir? Biz hâlâ o kilidin takılı olduğu kapının ardındayız ve doğru anahtarı bulan bizi yine kandırabilir. Savunmasızsak, bant yeni baştan sarabilir. Uyanmazsak, yeniden aldanabiliriz.

Hangi boşluğumuzda çöreklendi bu ‘yalan’? O boşluğu görelim.

İlk boşluğumuz maneviyat boşluğu. (Buna sonra gireceğiz, belki!) Toplumun mana ile irtibatı koparıldı. Geleneğin şeyh-mürit ilişkisiyle ağır aksak da olsa yürüttüğü maneviyat sofrası dağıldı. Kimlik sorunlarımız baş gösterdi sonra. Hızla sığlaşan çağın, ısrarla tek-tipleşen toplumun bilinçaltı ‘müşfik bir ebeveyn’ aradı. Bulamadı. Babalar ve oğullar arasındaki kuşak çatışması hızlandı, derinleşti, ateşlendi. Oğullar babalarını yanlarında bulamadılar. Babalar oğullarını başkalarına havale ettiler, örgüte ısmarladılar.

Örgüt, oğullara ‘adam’ olduklarını hatırlattı. Kendilerini babalarına karşı ‘birey’ hissedecekleri pozisyonlar sundu. Tüccarsa, ticaretine yeni ufuklar gösterdi. Okuyan kızına/oğluna ‘yeni idealler’ öğretti. Onay makamı olarak ‘hocaefendi’yi belletti. Onun adına bölgecilerden paye alındı, imamlar üzerinden rütbeler dağıtıldı.

Gülen örgütü -bakın, ısrarla cemaat demiyorum!- bir delikanlıya babasının vermediğini verdi; kimlik kazandırdı, birey statüsü bahşetti, inisiyatif kullanıyormuş gibi yaptırdı. Babadan ayrıştırıp bilinçaltı isyanını yönetti; kazandırdığı birey kimliğini babaya rağmen sivriltti. Toplumu küçümseyen bir statü duygusuyla donattı.

Örgüt, Müslüman zenginlerin oğullarını, yani şu anda, otuz beş-elli yaş arasındaki ikinci kuşağı, özellikle seçti. Dernek kurucusu makamı verdi. Vakıf mütevellisi yaptı. Kendi başına hareket edebileceği sınır ötesi ufuklar açtı. Bir taraftan da, en zeki okumuşun bile, en çok kazananın bile, eşini seçme hakkı yoktu; katalogdan eş seçmeyi sevdirdiler. Boyuna, kilosuna, aile geçmişine, mesleğine, yüksek lisansına kadar belirliydi takdir edilen. Katalog evlileri, en az 20 yıldır doğan çocuğunun adını Pensilvanya’dan bekledi: okyanus-ötesi ebeveynden bazen takke, bazen tespih, bazen saat şeklinde gizli takdirler alarak sevindirildi. ‘Sıla’ diye belletilen Pensilvanya malikânesine ‘hac/umre’ heyecanıyla seyahatler yaptırıldı. Ağır himmet kefaretleri ödemelerine izin verilerek, günah çıkarmaları sağlandı. Vaftiz edildiler.

Anahtar kelimeyi unutmayalım bu kadar karmaşa arasında. Oğullar, özellikle oğullar, babalarından görmedikleri, göremeyecekleri itibarı ve onayı, takdiri ve kabulü ‘örgüt’ün içinde buldu. Asıl network buydu; başarılı oldu. Tezgâh doğru yere konumlanmıştı. Anlam boşluğunun yerini sıkı manevi bir hiyerarşinin üst-ast bağlamı aldı. ‘İmam’ kelimesinin otoritesi kullanıldı. Himmete ve hizmete dair iyi niyetler, sıcacık kabullenmeler yönetildi.

Neydi sorunumuz? FETÖ? I-ıh!

Sorunumuz, kimlik arayan oğullar/kızlar. İtibar görmek isteyen kadınlar… Adanmışlık ruhunu koyacakları kap arayan delikanlılar/genç kızlar… Burada! Hâlâ buradalar. Aramızda yeni bir FETÖ çekirdeği olarak dolaşıyorlar. Boşluk ayaklarımızın altında derinleştikçe derinleşiyor. I-Ih! Olmuyor, arkadaşlar, olmuyor!

Ümitsiz miyim? Hayır, asla… 15 Temmuz’da geceyi destanlaştırmış bu milletin, gündüzleri de destanlaştıracağından adım kadar eminim. Allah var; ümitliyim…