Hiçbir sistem yalanla yürümez. Yürümediği görüldü. Herkes yanında iken belki bir yere kadar… Ama dişlilerden biri sistemden kopunca her şey durur. Yani yalanın çalışması -işe yaraması- için ekibin sağlam olması gerekir.
Hatırlayalım: DAEŞ’in Rakka’dan çekilmesini -ne çekilme ama!- BBC yayınlamıştı. BBC, bir İngiliz televizyon kuruluşu. Öyle sıradan bir TV kanalı değil yani… Peki, bunu niye yaptı?
Çünkü sistemli bir yalan çarkı kurulmuştu. DAEŞ’le mücadele diye bir şeye dünyayı inandırdılar. Kurmaca örgütün nüfuz alanı olan merkezi dağıttıkları yalanını uydurdular. Birkaç fotoğraf karesi ile servis ettiler. BBC, alçakça üretilen yalanın foyasını ortaya çıkardı. Bunu neden yaptı? Tarih elbette yazacak.
Dünya siyaset tarihine baktığımızda iktidar değişiklikleri bir itirazla başlar. Egemen sınıftan biri sisteme karşı çıkıyorsa, içinde olduğu sınıfı hasım olarak görüyorsa ortada ciddi bir çatlak var demektir. Biz bunu dışarıdan bakarak göremeyebiliriz ama çatlak derindir. Bu bir yarılmadır. Şayet egemen sınıfın talepleri karşılanmaz ise yapı çöker.
Doğan Güreş Paşa vakası kayıtlardadır. Tansu Çiller’in paşası idi… Ordu, Güreş’e sahip çıkmamıştı. Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra bir gazeteye verdiği röportajda mealen “Ben hayatımda arkadaşlarımdan böyle bir muamele görmedim” diyerek yaşadığı trajediyi itiraf etmişti.
Bu süreçten sonra ordu çöktü. Üçe, beşe bölündü. FETÖ, kendi içinde sadakatini kaybetmiş gruplar, başka unsurlar ve kavgalar meseleyi nereye getirdi…
Peki, yalan imparatorluğu ABD ile bu örnek arasında nasıl bir benzerlik var?
Egemen sınıfın patronu İngiltere, “Amerika artık o Amerika değil” dedi. Arkasından BBC eliyle bunu tasdik eden Rakka yalanını Pentagon’un suratına çarptı.
Bir diğer egemen sınıf İsrail’in “Ben ne dersem o olsun” dayatması çöktü.
Hiç kimse egemen Merkel’e selam vermiyor. Bu da derin çatlamanın işaretlerinden biri.
Bütün bu sallantı, yarılma ve belirsizlik bir doğum sancısına işaret ediyor olabilir. Çünkü artık muvazene bozulmuş durumda…
ABD artık tahkim edemez, bir şey söyleyemez, öneremez hale geldi. Yaptığı tek şey, ‘hayır’ müessesini çalıştırmak. Niye ve neye hayır dediğini izah edemiyor.
Artık oyun kuramadığı için savunmada. Entelektüel kapasitesi kalmamış, kurucu gücü harap olmuş… Sadece saldırı mekanizması devrede. Herkese ve her şeye kırmızı kart gösteriyor. Yeni bir düzen kuramamasının hıncını da dünyadan çıkarıyor.
Dünyada sosyoloji değişti. Bunun farkında değil. Hâlâ en güçlünün kendisi olduğunu düşünüyor. ‘Hayır’ ve ‘veto’larla eski sistemi sürdürmeye çalışıyor.
Korkunun ecele faydası yok…
Merhum Türkeş’in bir konuşmasından hatırlıyorum: “Koğuşta yatarken her gece koridorlardaki ayak seslerini dinlerdim. Darbelere katılmış bir askerim, bilirim. Hangi ayak sesi ne kadar yakınımızda, kimi alıp götürecek diye. O yüzden geceleri uyumazdık.”
Korku psikolojisi fena bir şeydir. Korku ile ümit arasında sallanmak insanı mecalsiz bırakır.
Şimdi bütün bu olup bitenleri okurken diyoruz ki…
Rüzgâr bundan sonra tersine dönmez.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu gördü: Korkuyu okumayı başardı. Tıpkı darbecilerin korkulu gecelerinde olduğu gibi… ABD yönetimi de dahil bütün zalimlerin gecelerine bir kâbus gibi çöktü.
Bu çok büyük ve çok önemli bir meseledir…