Geçenlerde öğretmen kardeşim bana yazınca dertlerim yeniden depreşti. Unutmuştum oysa. Unutmam da utanç verici ya… Unutmayayım diye, unutmayın diye, unutturtmayın diye buraya yazıyorum.

Anaokulu öğretmeni o kardeşim, benden bir “şiir”imin fon müziğini istiyordu. Yakında hazırlandıkları kutlu doğum programında anaokulu öğrencilerine okutacaklarmış. Sevindim önce. Çaresizce aradım fonu ama hayli eski olduğu için ulaşamadım. İyi ki de öyle bulamamışım; böylece asıl dosyayı açabildim.

Uzatmayayım.

Çocuklar çocuklar gibi şiir söyler. Çocukların okuyacağı metinler çocukça olmalıdır. Yetişkinlerin yazdığı ve okuduğu metinleri, yetişkinlerin okuduğu eda ile çocuklarımıza okutmaya kalktığımızda, onların çocukluğunu görmezden geliyoruz. Onlara erişemeyecekleri bir hedef gösteriyoruz. Onların çocukluğunu eksiklik ve kusur sayıp adeta yetişkin gibi olduklarında varlıklarını onayladığımızı telkin ediyoruz. Çocuk, hem de çocuk olduğu için gittiği anaokulunda, çocuk haliyle onaylanmıyor.

Bir de bu fahiş yanlışın Peygamberimizi anmak adına yapıldığını düşünün. Çocuklar sahne arkasında terlerken, anlamlarına akıl erdiremedikleri, içeriğine duygusal olarak katılamadıkları, edası kendi boylarını aşan bir performans yüzünden alkış alıyorlar. Ebeveynlerin onları “büyümüş de küçülmüş” olarak görme heveslerine hitap ediyor bu ağır performans yükü.  Oysa çocuk çocuk olarak alkışlanmalı, küçük haliyle onaylanmalıydı.  

Ne yazık ki çocuk ruhundan anlamasını umduğumuz okul öncesi eğitimcileri yapıyor bunu. Elbirliğiyle. Birisi kalkıp da “kral çıplak!” demiyor. Onaylanmak en temel çocukluk ihtiyacıdır. Ama onaylama çıtasını çocukluk standartlarının çok üzerine bir yere koyuyoruz. Dört yaşındaki çocuğun varlığını, ezberlediği Kur’an sayfasıyla ölçmek doğru değildir. Üç yaşındaki bir sabinin başarısını bildiği İngilizce kelimelerle tartmaya kalkmak insafsızlıktır.  Beş yaşındaki çocuğa aferin deme şartını okuduğu Arapça hadis metinleriyle değerlendirmek hatadır. Bunlar dikey performanslardır; büyükçe ölçümlerdir.

Ne yazık ki, okul öncesi eğitimcilerin, çocukları değil ebeveynleri memnun etme telaşı, en kritik öğrenme fırsatımızı elimizden alıyor.

Çocukluğunu büyüklere benzeyerek ıskalamış çocuklar, büyüdükçe o kayıp çocukluğun sancısıyla acıyla boğuşacaklar… Sonra onlar da kendi çocukları üzerinden yeni bir yetişkinlik yarışmasıyla memnun olacaklar. Neyi kaybettiklerini bilmeden…

Hani hep anlatıyoruz ya kutlu doğum programlarında; peygamberimiz kuşu ölen çocuğa taziye ziyaretine gitmiş diye. Peygamberimizin bu davranışı, çocuğun çocuksuluğunu ciddiye almayı emrediyor bize. Ama çocuksuluğunu…  Ama çocuksuluğunu… Ama çocuksuluğunu…

Çocuksuluğu ölmek üzere olan çocuklar için bir şeyler yapmamız gerekmiyor mu sizce. Kutlu doğum günleri yaklaşırken düşünsek hiç olmazsa… Kutlu doğumu tam da bu ağır hatanın bahanesi yapmasak…