Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusuna güven veya itimat deniyor.
Bir insana, bir kuruma veya kuruluşa herhangi bir korku, çekinme ve kuşku duymadan güvenebilmek, inanabilmek, itimat edebilmek ne güzel bir nimettir.
Çevresinde gözü kapalı inanabileceği kişiler olması bir insana ne büyük rahatlık ve huzur verir.
Güvendiğimiz bir insanla yola mı çıkacağız hiç tereddüdümüz olmaz, “Haydi gidiyoruz!” dediğinde “Nereye?” veya “Neden?” diye sormayız bile!.. Ortak bir iş mi yapacağız, gözü kapalı gireriz o işe!..
Ancak o insan, güvenimizi bir kaybetti mi de artık tekrar eski güven ortamının oluşması neredeyse imkânsız gibidir. Bu sebeple bize güvenenlerin güvenini boşa çıkarmamaya, üç kuruşluk menfaatler için insanların güven duygularını yok etmemeye azami dikkat etmeliyiz.
“Güven, gözyaşı gibidir gözden düştü mü bir daha geri gelmez.” demişler. Tanımadığımız bir insanın güvenini kazanmak çok zor değildir, ancak daha önce güvenini yitirdiğimiz bir insanın güvenini tekrar kazanmak ise pek mümkün değildir.
Güvendiğimiz dağlara kar yağmayagörsün, o karın erimesini beklerken eridiğini görmeye ömrümüz kâfi gelmeyebilir.
“İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim.” demişti Robert Bosch. Biz de insanların güvenini kaybetmemeyi her şeyden çok önemsemeliyiz, yoksa hiçbir kazancımız kaybettiğimiz güveni bize kazandıramaz!..
Biz millet olarak eskiden birbirimize güvenirdik. Karşılaştığımız güven zedeleyecek istisna davranışlar, kişiler de güven duygusunu öldüremezdi. Olumlu örnekler, olumsuz örneklerden katbekat fazlaydı.
Köylerde, kasabalarda, şehirlerde insanlar evini kilitleme; dükkânını kapatma, malını korumak için fazladan tedbir yollarına başvurma ihtiyacı duymazdı. Yağma, hırsızlık olayları sadece ıssız yerlerde, eşkıyaların başvurduğu bir yöntemdi.
Ya şimdi nasıl? Evlerimizi -hele de büyükşehirlerdeysek- üç beş kilitle üç beş defa kilitliyoruz. İş yerlerimiz kapatmamız yetmiyor, onlarca kamerayla gözetliyoruz.
Güven kalmayınca huzur da kalmadı. Kendimizi, malımızı korumak için sürekli diken üstündeyiz, tedirginiz.
Son yıllarda yaşadığımız olumsuzluklar, algı operasyonları, millet olarak İslami hassasiyetlerimizi yitirip Batı’nın ve batılın yanlış değer yargıları da birbirimize olan güvenimizi kökünden sarstı. Artık insanlara, kurumlara, kuruluşlara, vakıflara, derneklere güvenimiz hemen hemen kalmadı.
Birisi bize bir iyilik yaptığında “Acaba bize bu iyiliği niye yaptı? Benden ne beklentisi var? Bu işte kesin bir bit yeniği var.” diye düşünmeye başlıyoruz. Bu iyiliği insaniyet namına, sadece Allah rızası için yapmış olabileceği ihtimalini ya hiç düşünmüyoruz ya da bu ihtimale çok az yer veriyoruz.
Çalıp çırpanların haber değeri kalmadı; çalıp çırpmayanlar haber oluyor TV’lerde, gazetelerde, sosyal medyada…
Önce biz birbirimize, eşimize, dostumuza, akrabamıza, iş arkadaşımıza, işçimize, patronumuza tekrar güvenmeli; sonra kurumlara, kuruluşlara, karar vericilere, siyasilere, devlet yöneticilerine olan güveni de tez zamanda tesis etmeliyiz. Yoksa hepimiz, “Huzurum kalmadı fani dünyada…” diye diye fani dünyadan göçer gideriz.
Bir yerde güvenlik kaygısı, kandırılma korkusu, güven duygusunun önüne geçmişse orada huzur da mutluluk da olmaz.
Daha mutlu, huzurlu olmak istiyorsak birbirimize güvenmeli, güven duygusunu tazelemeliyiz.