Sevginin ana kaynağı olan teslimiyet, hoş görü ve vefa kaliteli yaşamın da sırrıdır. İçtenlik, samimiyet, affetme, sorumluluk duygusu iç adaleti oluşturur. Ve en güzel, en rahat bu duru çizgide anlar insan birbirini. Halin, kalbe tezat olmayışı, iletişimde anlama dilini oluşturur. Ve iç alfabede başlar ruhun, ruha akışı. Her şeyimizi kaybettiğimiz, kirlenmek içim yarıştığımız, hızla tükenişe geçtiğimiz bu çağda kalbe tutunmak, huzurdur.

Hırs öfke ve kin; doğruluğa ve güzelliğe dair her şeyi silerek, gayri meşru kapılarda çirkinleştirir insanı. Doyumsuzluk, sorumluluk duygusundan uzaklaştırır. Onurdan, ahlaktan, aşktan uzakta bir yaşam biçimi çizdirir. Yaşama sanatının ilkeleri, inceliği ve biricikliğinin çiğnendiği yerde başlar omurgasızlık. Kalbine tutunmak istedikçe, kalpten uzaklaşılır. Öfke nöbeti geçiren insan, kendine zulmettiğin farkına bile varamaz. Anlaşılmama duygusu, öfkeyi daha hararetlendirir. Oysaki kişi aftan, merhametten, sevgiden, saygıdan soğumuştur. Taşlaşmış bir kalbi taşımaktadır. Güvendiği dostları ile zamanı paylaşmak nimetinden uzaklaşmıştır. Zevk aldığı her şeyi yok ederek duygusuz, hep arayış içinde olan tatminsiz bir hali yaşar. Her şeyin bir fazlasını bekleyen, affı seçemeyen, alttan alamayan kişiler huzura açtırlar. Özlenen insan beklentisiz sevendir. Yaşamdaki güzellikleri öfke ve hırs nedeni ile kaybedenler, yalnızlıklarını da kabul edemezler. Sevgi açlığı çekenler, teslim olamayanlardır. Hayal kırıklığı yaşarlar ve yaşatırlar. Zor bir sanat mı insanca yaşamak? Anlamak ve sevmek? Yokluğun olduğu geçmişte, birbirine inan sımsıcak duygular vardı. Lastik ayakkabılar ile okulunu bitirenler, dizleri yamalı pantolonları, pijamaları unutup, kendilerinin dışında bir karakter oluşturup, tüketim çılgınlığına alet olanlar önce sevgiyi öldürürler.Sınıftaki silgiyi, elden ele paylaşarak büyüyen nesilleriz biz. Kâğıdı olmayan arkadaşı için, defterinin ortasından hemen bir sayfa koparan çocuklarız. Birbirimizin elinden tutarak büyüdük.  Yardımlaşmanın güzelliği ile gülümsedi yüzlerimiz. Çocukluğundaki kalp ile hesaplaşmayan kalp, bencildir. Hırs, öfke, kin içimizdeki bizi yok edemez. Geldiği yer ile onur duyan, ne ise o olan, hesapsız kitapsız kalplere, gerçek kimliklere ihtiyacımız var. Özündeki hikâye ile köklenen insan, yapmacık olamaz. Yeni nesil kendini tanımlayan, anlayan kişiler tarafından yetiştirmeli. Bilgiyi doğru yönde kullanan, kendini geçmişi ile olgunlaştıran, affın saygınlığında olan bir çizgiye hasretiz. Öfkeyi, kini, hasedi içlerine gömerek, sahte dostluklarla medenileştiğini sanan birçok insan, kendi zehrinde boğulur. Şefkatten, onurdan, insan olmaktan uzakta oluşları, yani yapmacık tavırları tıpkı beyaz çiçeklerinin içinde kırmızı turuncu renklerinin hemen göze çarpması gibi belli ederler kendini. Sevimsiz, itici halleri ile sevme taklidi yapanlar, kendilerini tüketenlerdir. Düşünemeyen, üretemeyen toplumun temelinde, bireyin iç çatışması yatar.Öfkesine, hırsına yenik düşen insan yalan söyler. Maskelere itimat edilmeyeceğini bilsek de fıtrattan gelen sevgi cevheri, karşıya hep bir fırsat verdirir. İyi niyeti su istimal etmeye alışkın olan bu insanlar, dil ile dokunurlar kalbe. Bugünün penceresine Kul Nesimi’den dizeler bırakıyorum.

       “Har içinde biten gonca güle minnet eylemem /Harabi, Farisi bilmem, dile minnet eylemem… Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına/ Rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem.”