Kar yağmayan, saçaklarda buzdan dişlerin çıkmadığı bir mevsim dönümü, dermansız musibetlere kapı araladı. Sanki ellerinden alınınca çocukların, beyaz oyuncağı, kış masalı; bir ‘büyük bela’ gelip yapıştı hepimizin yakasına.

Oyuncaksız bir çocuk odasından farksız geçen kış günleri, çocukların yaşadığı mutsuzluğun da işaretlerini taşımıyor mu sizin için de? İnsanların ihtirasları, ekonomik çıkarları için uyguladığı vahşice politikalar, çocukları kireç, toz, toprak içindeki viraneler arasında bıraktı, bırakıyor da hâlâ.

*

Pencerelerin önüne oturup kar yağışını seyrederken; hiç tanımadığı insanları düşünüp de üşüyen çocuklardık. Suriye’den çıkmayı başarmış olan Suriyeliler’in -aslında Suriyesizler’in-, günahsız o minik yüreklerin bilmedikleri, tanımadıkları sokaklarda ‘merhamet’ dilenirken; su birikintisine basmaktan sakınır gibi kaçar olduk.

Küresel ölçekteki duygusuzluğumuz, duyarsızlığımız gayret-i ilahiye dokundu belki de kim bilir.

Oysa nasıl da güzel görünürdü Hasköy’den Kasımpaşa’ya inen evlerin çatıları; ‘kar beyazı’ basamaklar gibi. O çocuk dünyamda sanki “çatılardan aşağı adım adım inen kardan adam, Haliç’te yüzünü yıkayıp yerine geri dönüyor” gibi gelirdi bana.

Öyle ki, bir dönem daha çok gayr-i Müslimlerin yaşadığı Hasköy, Kasımpaşa ve Galata’daki evlerin bahçelerinde görünen kardan adama, Suriçi’nde pek seyrek rastlanırdı. Zira heykel yapmak haram, kardan adam yapmak da günah olarak kabul edilirdi. Haliç’in karşı kıyısındaki Levantenlerin yerine gelenler daha esnek yaşıyordu. Masal kapısının ardındaki evlerin çatılarından birinde, bir başına bir kardan adam el sallıyor zannederdim.

“İlahi temizliği” resmeden, dünyalık kirleri örten kar lapaları, İstanbul’un omuzlarına düşmedi bu defa. “İklim değişikliği” dedikleri bozulan denge ile dünyanın pek çok ülkesinde de kar serpintisi hissedilmedi, hissedilmeyecek. Gezegen ‘beyaz şal’ almayı unuttuğu için omuzlarına, üşüttük, hastalandık binlerce… Romantik tabiat olayı kendini çekince, geriye ‘salgınlar’ kaldı galiba.

Sokaklarda, bahçelerde ‘kartopu’ oynamak bir yana, yolları aşındıran insanlar kim bilir şimdi hangi sanatoryumdalar?

İnsanlık evine hapsoldu bugünlerde. Beyaz renk her ne kadar ‘teslimiyet’ anlamına gelse de kar “masumiyettir.” Lapa lapa veya incecikten kar yağmayınca, geriye kalan da ‘teslimiyet’ oldu.

*

Sahi, martıları, kuşları, kedi ve köpekleri kim besliyor şimdi?

Elmacık kemikleri morarıncaya kadar simit, mendil satıp ayakkabı boyayarak geçinen amcalar ile teyzeler ne hâldeler?

Sokakta istenmeyen ihtiyarlar, evlerinde isteniyorlar mı acaba?

Garsonlar, tezgâhtarlar maaş alabilecekler mi yakında?

“Çalışmayan çalışanına” maaş vermek sarsmayacak mı işvereni?

Dezenfektan yarası ellerimiz ile “koronayak” olduğumuz bugünlerde, uzakta, Hasköy’ün sırtlarında bir kardan adam ağlıyor, günde birkaç defa ellerini yıkamak için kar beyazı çatıları adımlayarak Haliç’e inip çıkıyor adeta.

Ve bu acı öykü, biraz uzun olacak sanki.