Feminist dil, toplum bakış açısı, devlet yasaları kadın denildiğinde daha çok ezilen, mağdur, iş gücünde hakkı engellenen, projelere girmekte zorlanan bir sınıfı dile getirir. Bu haddizatında kadının geçmişten günümüze kadar olan yaşam serüvenine yerleşmiş bir kıymıktır.
Kadın neden böyle bir sınıflandırmada yer alıyor? Erkek egemen dünyada kadına yer bulma çabası mı bu? Baba- ağabey-eş-ata kısıtlamalarının son deminde, uçuk problemlerin doğuşu kadını sosyal hak ve adalet arayışına sürüklemiştir. Kadını yeni bir platformda değerlendirme ihtiyacı neden hissediyoruz cevabında aramalıyız, bozulmaya başlamış aile yapısını. Gerek töre-gelenek gerekse şehir hayatının zorluğu, kadına anneliği tam olarak yaşamasına izin vermemiştir. Köyde bağda bahçede çalışarak çocuğunun yanında olamayan kadın, göç hayatı ile şehirde temizlik, bulaşık, dikiş, tezgâhtarlık işi ile ekmek parasına sürüklenmiştir. Diğer uçta kadının ‘cinsel obje olarak görülmesi’-reklam piyasasında, tüketime hizmet için kadın dişiliği mal ve satış artışında kullanılmıştır. Bu saha ailenin yıkılmasında büyük rol oynamıştır.
Kadının tarih boyu savaştığı şey, aslında anneliğidir…
Aile anne demektir önce. Anne karnı da ilk ev. Evet aile sevgiyi, ekmeği, kederi, neşeyi ve başarıyı paylaşmaktır. Erkek eşim rahat etsin, çocuklarım hiç bir şeyden geri kalmasın diye sürekli çalışır. “Babalar hiç yorulmaz dağ gibidir çocukların gözlerinde.” Verdikleri öğütlerle dik duruşu, alın teri ile onuru yaşatırlar aileye. Bazen sadece çorba pişer evde herkesin yüzünde bir gülümseme vardır yine de. Acıyı ve tatlıyı paylaşmak öyle güzeldir ki ailede. Babam fazla konuşmayan, sert ve otoriter biridir. En önemli özelliği de net oluşudur. Eğime, bükülme yoktur onda. Neyse odur. Kuralcı olmanın yanı sıra bizi, bizden daha çok düşündüğünü çok kadar fazla belli eder ki! O kocaman sevgi karşısında hep iki defa düşünürüz ben ve kardeşlerim, babamız kırılmasın diye. İnsanı güçlü yapan şey, sevgidir. Sevgi bağını kurabilen aileler yıkılmaz. “Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka.” der Halil Cibran. Huzurun, şefkatin, merhametin birleştiği yerdir aile ve insan ev ile tamamlanır. Ne zaman içimiz acısa ev bize omzunu uzatır. Ve insan yakınlarına sarıldıkça güvende hisseder kendini. Ev sıcaklığına ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi? Şiddet gösterdiğimde ailem benden korkar, beni sayar diye düşünen babalar çok hatalılar. Şiddet kişiyi saldırgan ve öfkeli yapar. Evleri yaşanılır kılmak için saygıyı, hürmeti, vefayı çoğaltalım nefreti değil. “Bir memleketin yükselmesi ev ve aile muhabbetine bağlıdır” der Dickens. Toplumun değer yargıları tükenmeye başladığında hissedilir ailedeki sancı. Önce sevgiyi, saygıyı, anne-baba hürmeti aldı elimizden modern sistem sonra aile içindeki iletişimi. Ne sevebiliyoruz şimdi ne de güvenebiliyoruz. Bu çağın ailesi birbirine sarılmıyor, birbirinden kaçıyor.
Çok değer verdiğim bir hocamın şu sözleri hiç çıkmaz aklımdan: “Kızım, geceleri bardak, tabak satarak okuttum çocuklarımı. Eşim çalışmak isterdi kıyamazdım ona. Aşıktım eşime ve aileme. Dört kişiydik ev de kira olunca maaş yetmiyordu. Ayakkabılarımı diktirdiğim oluyordu su almasın diye. Ama kızım çok mutluyduk. Şimdi her şeyimiz var eksiğiz.” On aileden ancak üçü böyle imrenilecek kadar huzurludur.
Ben kadın denildiğine-anne derim önce. Çocuğunu emziren, hasta olunca başında bekleyen anne hakkı ödenmez. Sabah işe giden eşine, okula giden çocuğuna kahvaltı hazırlayan, onları güler yüzle evden yolcu eden kadının sevgisi diri tutar aileyi. Evet kendi çalışsa da evin temizliğini, yemeğini, düzenini eksik etmeyen anneler huzurun kaynağıdır. Huzur sokakta değil, evdedir. Anne çocuğu ile yakınlık kurmalı. Çocuk annesi ile dertleşmeli. Özellikle yemek saatlerinde tüm aile sofrada olmalı. Baba ve anne çocuğunun yanında olduğunu hissettirmeli. Çocuklarının gözlerine bakınca mutlu olanlar bilir ailenin değerini. Kadın, toplumda anneliği ile ön plana çıktığında, aile parçalanmaktan kurtulacaktır… Bugünün penceresine şöyle sesleniyor George Orwell: “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.”