Avusturya asıllı Alman yönetmen Michael Haneke, “kimsenin kolayca ve içi rahat bir şekilde seyredemeyeceği filmler”e imza atmış bir sinema adamı. Her filminde “huzursuz seyirler” diler. Bunu artistlik olsun diye yapmaz. Filmleri izlerken yüzümüze karanlık bir ayna tutar. Bunu, perdede ne görmek istiyorsak ona bakmamız için yapar. Öyle huzursuz olalım ki, tek kareyi, tek diyaloğu bile atlamadan tam bir seyir haliyle filmin içine girelim ister. “Funny Games”, “Piyanist” en bilindik filmleridir…
Kendisi huzursuz bir adam… İster ki, seyircileri de huzursuz olsun. Huzursuz olsun ki, modern şehir hayatının üzerindeki psikolojik baskısını kavrayabilsin hatta bunun gidebileceği sınırları anlayıp gardını alabilsin…
Bir süredir okurlarımın şikâyeti var: “Yahu kardeşim sen şair adamsın. Şiir yaz, böcekleri yaz, dalgaları yaz, çiçekleri yaz. Sağlık sorunların var onlarla ilgilen. Onların ruh dünyandaki yansımalarını şiirsel metinlere dönüştür bla bla bla…”
Eyvallah…
Ülkemizde iki jüri oluştu: Birincisi “her şey harika”, ikincisi “eyvah, yok oluyoruz” jürisi…
“Bu iki jüriden birine katıl, keyfini sür” diyor dostlarım…
Yani huzursuzluğa gerek yok!
Peki…
Yükselen emperyalizm/ Evangelizm dalgasına karşı tavır almayalım. Doğu Akdeniz’de karasularımızı ihlal eden Mısır, İsrail, Rum ve Yunan’a karşı gözümü kör edelim. Kendi karasularımızda gaz ve petrol arayan gemimizi AB ve ABD’ye şikâyet eden kıytırık Yunanistan’ın kıytırık Başbakanı’nın sözlerini duymazdan gelelim. Gözümüzün önünde yavaş yavaş İsrailleştirilen Filistin topraklarındaki işgali görmezden gelelim. 46 yıl sonra bir Japonya Başbakanı Tahran’ı ziyaret ederken, bir Japon tankerinin İran tarafından vurulması konusunu düşünmeyelim. Uçak Tahran’a inmeden ABD Başkanı Trump’ın saldırıyı İran’a yazmasını normal karşılayalım. Doğu Türkistan’da binlerce Müslüman’ı katleden Çin’in IMF’de bir masa kapmasıyla hiç ilgilenmeyelim. Çin parası Yuan’ın küresel para sistemine dâhil edilmesini sıradan bir gelişme olarak görelim. Hatta ata yurdumuz olan Doğu Türkistan diye bir derdimiz olduğunu unutalım. Milyonlarca dolar ödemiş olmamıza rağmen bize teslim edilmeyen F-35 ve Patriotlarla ilgili hükümeti suçlayalım. Hatta “Ne güzel… ABD ve İsrail ile işbirliğimiz vardı. Ne gerek vardı S-400’lere?” diyerek ulusal güvenliğimizin olmazsa olmazı olan silahlanmayı hafife alalım. Ülkemizin bor zenginliğini gündeme getiren ve bu konuda ciddi çalışmalar yapan mühendislerimizin aynı anda bir uçak kazasında hayatını kaybetmelerine ‘tesadüf’ diyerek tarihin çöp kutusuna atalım…
Böyle devam edersek, daha huzurlu oluruz sanırım!
Yahu hal böyle iken hasta olsan ne, iyi olsan ne, şiir yazsan ne, güzel şarkılar bestelesen ne?..
Eğer bağımsız değilsen, eğer ülkenin etrafı ateş çemberi ile sarılmışsa, eğer adım adım bir işgal planına dâhil edilmek üzere isen, eğer sözün anlamını tamamen yitirdiği bir dönemden geçiyorsan, eğer varlığın bir zamanlar dünyayı titretirken şimdi hiç kimseye iğne ucu kadar bile korku salmıyorsa…
Ne yazarsan yaz, ne yaparsan yap, hangi jüriye dâhil olursan ol…
Bir ülkenin yazarı, şairi, ressamı, müzik adamı elbette öncelikle kendi işini yapacak; yapmalı. Ama sezgi ve hissiyle, bilgi ve görgüsüyle uyanık olmalı ve uyanık tutmalı…
Mesele bu kadar basit…
Yani bizim huzursuzluğumuz, huzurun bedeli olacak ise ne mutlu…