Dünya, Türk milletinin 15 Temmuz’da vatan hainlerine karşı mücadelesini hayranlıkla izledi. Bu mücadelenin lideri ve Başkomutanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihteki yerini aldı. Halbuki bu Türklerin ne ilk ne de son zaferi idi.

Yıl: 1389. Osmanlı kurulmuş, henüz üzerinden yüz yıl geçmiş. Osman Gazi’nin açtığı yolda Orhan Gazi hızla yürüyordu. Sonra onun oğlu Sultan Murad namıyla bir kahraman. Babasının “Edirne’yi tut” tavsiyesinin üzerine gidiyor. Balkanlara doğru yürüyor Sultan Murad. O yürüdükçe ayak bastığı topraklar kısa sürede ‘vatan’a dönüşüyor. Zaman hızlı geçiyor, Sofya, Niş ve Manastır gibi kıyamete kadar Türk yurdu olarak kalacak toprakları Osmanlı tek tek vatan kılıyor.

Bütün Batı dünyası, Osmanlı’nın Balkanlar’da ilerleyişinden rahatsız. Çare Haçlı ordusu kurmak. Kuruyorlar da. 100 binin üzerinde devasa bir Haçlı ordusu. Yakmak ve yıkmak için hazır. Osmanlılar, Haçlı ordusunun ancak yarısı kadar. Bu yeni Haçlı Ordusu’nun tek bir amacı var: Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak ve Müslümanları Balkanlar’dan ebediyen söküp atmak.

Ancak Kosova Meydanı, 150 binden fazla kişinin katıldığı bu savaşa sadece 8 saat şahitlik edebildi. Haçlı ordusu bütünüyle ortadan kaldırıldı. Sultan Murad, savaştan hemen önce yaptığı duasında istediği gibi şehit oldu. Ama bu 8 saatlik zafer sonrası, Osmanlılar Balkanları ‘yurt’ kıldı. Bu zafer sonrası bölge, 400 yıldan daha fazla bir süre Osmanlı idaresinde kalacaktı. Kaldı da. Devlet-i Ali’yi İmparatorluğa dönüştüren ilk adımdı Kosova Savaşı. Benzerlerinin daha sonra çok defa yazılacağı eşsiz bir kahramanlık destanının ilk yazıldığı yer oldu. Kosova, tarih ne zaman başlar sorusunun cevabıydı.

Yine bir tarafta Haçlı ordusu. Yani Roma- Cermen İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, İskoçya, İsviçre, Macaristan, Eflak, Lehistan, Venedik Cumhuriyeti ve daha başka ‘Kimi Hindu kimi Yamyam kimi bilmem ne bela’ bir sürü farklı grup; diğer yanda Osmanlı ordusu. 60 bin kişiden oluşan Osmanlı, 130 bin kişilik Haçlı ordusunun karşısındaydı. Ortaçağ’ın son büyük Haçlı Seferi’ne bu kez Tuna Nehri kıyısındaki Niğbolu şahitlik edecekti. Haçlı ordusunun amacı bir öncekiyle aynıydı.

Tarih: 28 Eylül 1396. Henüz Tuna’nın ağlamadığı yıllar. İki ordu karşılaştı. Bu kez savaş sadece 3 saat sürdü. Net bir Türk zaferiydi. Parlak bir zekânın dünyaya armağan ettiği bit kahramanlık destanıydı. Haçlı süvarilerini atından indirmeyi akleden Osmanlı’nın net bir zaferi.

Zaman ilerlemiş, Osman Gazi Han’ın Söğüt’te kurduğu devlet, Anadolu’da olduğu gibi Trakya ve Balkanlar’da da epey mesafe kat etmişti. Tahtta II. Mehmed oturuyordu. İlk günden itibaren bütün hesapları İstanbul’u almak üzerineydi. Yaptığı her şeyi bunun için yaptı. Ön hazırlıklardan sonra nihayet 6 Nisan 1453’te ilk kuşatma başladı. Bin yıldır ayakta olan Doğu Roma İmparatorluğu’nu devirmek elbette kolay olmayacaktı, olmadı da. Fatih, bu kez fizik kurallarını zorlayan dâhiyane bir çıkış üretti: Haliç’e gerilen Bizans zincirini aşmak için gemileri karadan yürüttü! Osmanlılar, 56 gün sonra, 1058 yıldır ayakta duran Doğu Roma İmparatorluğu’nu tarih defterinden ebediyen sildi.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos 1922’deki Büyük Zafer’i, 1924 Dumlupınar konuşmasında şöyle anlatıyordu:

“Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur. Ama Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.

Türk devletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.”

Tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhları şad olsun. Gazilerimize Allah’tan (cc) sağlıklı ve huzurlu uzun ömürler diliyorum.

Selam ve dua ile…