İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) 7 Ekim’de düzenlediği Aksa Tufanı operasyonunda çok sayıda işgalci Yahudi ve İsrail askerini öldürmesinin ardından İsrail ordusu 15 gündür aralıksız şekilde Gazze’yi bombalıyor. İsrail saldırılarında şu ana kadar bin 756’sı çocuk, 973’ü kadın olmak üzere 4 bini aşkın sivil yaşamını yitirdi. Gazze’deki toplam 22 hastane ve sağlık merkezlerinden en az 10’u İsrail uçakları ya da topçu birlikleri tarafından vuruldu. Çok sayıda ailenin evini başlarına yıkan İsrail saldırganlığı camileri de hedef alarak yine en az 7 camiyi yerle bir etti.

Filistin, üç dine mensup insanların bütün mezhepleriyle yaşadığı bir yer olarak, özellikle Kudüs kentiyle üç din açısından da önemli bir coğrafya. Gazze de Filistin’in bir parçası olarak yalnızca Müslümanların değil Hristiyanların da bulunduğu bir kent olarak genel Filistin coğrafyasından esintiler taşıyor.

İşgalci İsrail güçleri, Gazze’ye düzenlediği gelişigüzel bombardımanlarda yalnızca Müslümanları ve onların camilerini hedef almıyor. İşgal güçlerinin geçtiğimiz çarşamba günü yüksek tahrip gücüne sahip füzelerle hedef aldığı El-Ehli Baptist (El-Muammedani) Hastanesi, Filistin’deki Ortodoks vakıflar tarafından finanse edilen bir hastaneydi. İşgal güçleri, hastanenin vurulduğu günün ertesinde de Gazze’deki Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi’ni bombaladı. Saldırıda, aralarında kadın ve çocukların olduğu 20’yi aşkın sivil yaşamını yitirdi.

İsrail ve Filistin’e yerleştirdiği işgalci Yahudi yerleşimciler, Gazze’nin dışında Kudüs, Nablus, Beyt Lahim, Hayfa ve El-Halil’de de sık sık Hristiyanları da hedef alıyor. Çok sayıda Hristiyan ailenin de evlerine el koyan yerleşimciler, dini bayramlarda da Müslümanların yanı sıra Hristiyanların da hayatını zindana çeviriyor.

Son olarak 23 Eylül-8 Ekim tarihleri arasında art arda gelen Yahudi bayramları sırasında fanatik Yahudilerin Hristiyanlara yönelik tacizleri, çeşitli Avrupa ülkeleri ve Hristiyan cemaatler tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Bayram sırasında “Hristiyanlarla karşılaşıldığında yere tükürülmesi” şeklindeki Yahudi ritüelini sık sık yapan fanatik yerleşimciler, 4 Ekim’de bu ritüeli abartarak Hayfa ve Kudüs’te, yanlarından geçen Hristiyanların yüzüne tükürmüştü.

Yahudi fanatiklerin bu ritüellerine tepki gösteren Hristiyan cemaatler, İsrail hükûmetine şikayetlerde bulunarak bu tacizlere artık bir son vermesini istemişti. Buna karşılık iktidardaki aşırı sağcı koalisyonun en keskin iki isminden biri olan Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, şikayetlere karşı yaptığı açıklamada, Hristiyan cemaatlerin şikayetlerinin yersiz olduğuna vurgu yaparak, “Bu yapılanlar dinî bir ritüeldir. Dolayısıyla polis tarafından engellenmesi söz konusu değildir.” diyerek âdeta Hristiyanların yüzüne bir de kendisi tükürmüştü.

Sessizlik bilinçli bir politik tercih mi?

Hiç şüphesiz İsrail’in son 15 günde dünyaya gösterdiği vahşete ses çıkarmak için Hristiyan ya da Müslüman olmak gerekmiyor. Zira özellikle Avrupa ülkeleri ve ABD’deki bir takım Yahudi vakıflar ve aktivistler bile bütün baskılara karşı İsrail’in bu vahşetlerine seslerini çıkarıyor. Örneğin Fransa’da Macron hükûmetinin bütün baskılarına rağmen işgalci İsrail’e karşı itirazlarını yükselten Fransız Yahudiler Birliği Derneğinin (UJFP) üyeleri, Paris ve Strasburg’da katıldıkları eylemlerde Fransız polisi tarafından gözaltına alınmıştı.

ABD’de ise geçtiğimiz perşembe günü Beyaz Saray önünde toplanan kalabalık bir Yahudi aktivist grup, İsrail’in sivilleri hedef alan katliamlarını amasız lakinsiz protesto ederek İsrail’in katliamlarına “meşru savunma hakkı” bahanesiyle açık destek veren Joe Biden ve hükûmetine ağır eleştirilerde bulundular.

Bununla birlikte başta Londra olmak üzere çeşitli Avrupa başkentlerinde düzenlenen eylemlere etkin olarak katılan Hristiyan aktivistler, İsrail’in işlediği vahşetlere karşı Filistinlilerle dayanışma gösterdiler.

Türkiye’deki Hristiyan cemaatlerden ise İsrail’in bu zulmüne karşı henüz ciddi bir tavır sergilenmiş değil. Bir gazeteci olarak Hristiyan cemaatlerin tepkisini sormak için birkaç gündür hem Ermeni hem Rum Ortodoks cemaatleriyle iletişim kurmak için çaba sarf ediyorum. Bununla birlikte doğum yerim olan Mardin’de bulunan Süryani Ortodoks cemaatlere de ulaşmaya çalışıyorum. Ancak iletişim kanalı bulmak için danıştığım gazeteci ve diğer büyüklerim, bana Hristiyan cemaatlerin bu konuda konuşmak istemediğine dair net bilgiler verdiler. Örneğin Mardin’de yıllardır birlikte yaşadığımız Süryani komşularımızın liderleri yerel gazeteci büyüğüm tarafından yapılan girişimlere kesin olarak bir cevap verilmeyeceği şeklinde tavır sergiliyorlar.

Buna karşılık örneğin İstanbul’daki Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin lideri Bartholomeos, Ukrayna konusunda böyle bir tavır sergilemedi. Bartholomeos, 8 Temmuz’da İstanbul’u ziyaret eden Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’i oldukça sıcak karşılamış ve Fener Rum Kilisesi’nde Ukrayna’da Rusların katliamlarında yaşamını yitiren insanlar için özel bir ayin düzenleyerek Zelenskiy ile birlikte dua etmişti. Bu en azından Fener Rum Ortodoks Cemaati’nin politik bir tavır belirtmeme konusundaki tavrının ilkesel olmadığını gösteriyor.

Sessizliğin sebebi ne?

Gazze’de yaşanan drama karşı gösterilecek bir tavır bana kalırsa kişi ya da cemaatlerin politik olarak durduğu noktadan çok insani açıdan konumlarını gösterecek bir tavır olacaktır. İsrail güçlerinin bir kilise hastanesinde 500, bir kilisede ise 20+ sivili hunharca öldürmesinin ardından benim kişisel olarak genel tavırlarından dolayı saygı duyduğum sayın Bartholomeos’un çıkıp en azından doğru yapıyorlar ya da yanlış yapıyorlar diye bir tavır koymasını elzem kılan bir durum olduğuna inanıyorum.

Peki neden hâlâ herhangi bir yorum yapılmıyor?

Kanaatimce bunun temel sebebi, Avrupa ve ABD hükûmetlerinin konuya ilişkin gösterdikleri genel tavırla açıklanabilir. Bu hükûmetler, başta İsrail’in dümen suyunda giderek 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunda hedefin siviller olduğu ön kabulünden yola çıkarak Hamas=DAİŞ şeklinde bir tavır belirleyerek İsrail’in yanında durdular. Her ne kadar ilerleyen günlerde İsrail’in açık katliamları karşısında tavır değişikliğine gitseler de yine de “İsrail’in Hamas terörü karşısında meşru savunma hakkına” vurgu yaparak işgalcilerin Gazze’deki katliamlarını eleştirebiliyorlar.

Küçüklüğümden beri şahit olduğum şey, Türkiye’deki azınlık Hristiyan grupların Fransa, İsveç, Norveç gibi çeşitli ülkelerden ciddi bir destek almalarıdır. Bu elbette Hristiyan komşularımızın hakkıdır ve bundan dolayı kınanmalarını kabul edemem ancak eğer Batılı ülkeler gibi “Hamas=DAİŞ, İsrail meşru savunma hakkını kullanıyor” şeklinde düşünmüyorlarsa ki umarım öyle düşünmüyorlardır en azından insani bir sorumluluk olarak bu vahşete üstelik Hristiyanları da hedef alıyorken ses çıkarmaları gerekmez mi? Yeri gelmişken herhangi bir Hristiyan Ortodoks'a ya da Katolik ya da Protestan ya da Gregoryan ya da Süryani bir yetkilinin bu konuda görüşlerini aktarmak istemesi hâlinde görüşlerine yer vermeyi bir görev olarak bildiğimi belirtmek isterim.