Başkanlık sisteminin kabinesi açıklanınca gözlerim milli eğitim bakanlığına atanan ismi aradı. Zira birçok isim geçiyordu, hiç biri eğitim kökenli değildi. Yine mi eskisi gibi olacak derken Ziya SELÇUK hocamın ismini görünce rahatladım. Derin bir nefes aldım. Mazi gözümde canlandı.

Anadolu’dan bir taşra öğretmeni ve vasıfsız, bakanlığının soğuk duvarlarına benzer içindeki insanlarına bir çalışmasını gösterme cesaretini kendinde bularak proje sunmak için bakanlığın duvarlarını ve koridorlarını aşındırıyor.

Açılan her kapı yüzüne kapanıyor. ‘Sen kimsinde bizim düşünmediğimizi düşünmüş, bize akıl vermeye çalışıyorsun!’ diye. Bir azar işitmediğimiz kalıyor. Kurulan cümlelerin sertliği şamar gibi yüzümüzde patlıyor. Ümitsiz ve yorgun bir şekilde tekrar dönüyoruz. Yeniliğe kapalı kapıları arkamızda bırakarak.

Şansımızı bir de Talim Terbiye Kurulu’nda denemek için çırpınıyorum. O dönemde talim terbiye kurulu başkanı Sayın Ziya SELÇUK hocam. Ona ulaşmak ne mümkün sekreterlerini aşamıyoruz. Unvanımız soruluyor, telefonlar yüzümüze kapanıyor. ‘Sen kim oluyorsun?’ diye. Nihayet araya adam koyarak bir cuma günü saat 15.30’a randevu alabiliyoruz. Sekreterin; “Ne yazalım” sorusuna, “Taşradan bir öğretmen” diye sitemde bulunuyorum.

Nihayet tekrar insanı ürperten bakanlığın insana bakmayan duvar ve koridorlarındayım. Hocamın odasının bekleme salonu tıklım tıklım dolu, kalın kalın klasörler gelip gelip gidiyor. Bizimle birlikte 13 kişi var salonda hepsi doçent ve prof.  Bir de taşralı  arkadaşım ve ben. Tabii yüzümüze bakan yok. Nihayet Ziya SELÇUK hocam geldi ve rüzgar gibi makamına geçti.

İlk randevu bizimdi. İçeri girmemiz zaman aldı. “İki öğretmen gelsin” diye sekreter hanım seslenirken, ses tonu hala kulaklarımda, nasıl bir vurgu anlatamam. Tam kalktık odaya doğru giderken bir uyarı daha işittik (siz anladınız); “Hocamızın zamanı çok değerli, dışarıda üst düzeyden bekleyenler var! Fazla meşgul etmeyin! Beş dakikanız var.” İkazı ve zılgıtını yedik. Ezile büzüle ve tüm alaycı bakışların içinde odaya doğru yönelip, kapıyı vurup içeri girdik.

Tatlı ve sevecen bir tavırla Anadolu’dan gelen köy öğretmenini karşıladı. Çok meşguldü, gözlerimiz hala temas kuramamıştı ama sesindeki tatlılık üzerimizdeki stresi almıştı.

Yıl 2006 aylardan temmuzdu. Yazmış olduğu “ÇOKLU ZEKA KURAMI” adlı kitabındaki bilgilerden yararlanarak yapmış olduğum çalışmayı” bireyi tanıyarak, öğrenme stillerinin tespiti, sınıf profillerinin çıkarılması, bireysel eğitim modeli, eğitim öğretim ortamlarını  yeniden dizaynı ve öğretmen yeterliliğini  arttırma, öğrencilerin bu sonuçlara göre doğru rehberlikle yönlendirilmesi” projemi tam kırk beş dakika anlatmışım. Hiç sözümü kesmedi. Kırk beş dakika olduğunun farkında bile değildim.

Nazikçe sözümün arasına girip; “Bunlara nereden ve nasıl ulaştın?” dedi. “Sizin kitabınızdan” deyince gözleri güldü. Bana uzun süre tebessüm etti. “Ben bunların hiç birini yazmadım. Aferim nerelere ulaşmışsın, benim tahminlerimden çok ötesi. Seni saatlerce dinlemek isterim, ama dışarıyı görüyorsun. Birçok lüzumsuz mesele ile beni oyalayacaklar, ama ben seni dinlemek isterim. Bu gün gitme seni İlköğretim Genel Müdürü Sayın Servet Beye (Özdemir) göndereceğim.  Onunla görüş ve yarında bizim Maya Okullarını  bir gez.” diyerek Servet Beyi aradı ve bizi beklemesini söyleyerek bize değer verdiğini hal halinde ve hareketinde göstererek odasından uğurladı. İnsana verilen değeri ilk kez o odada yaşadım ve hala unutamadım.

Servet Bey’le buluştuk ve projemi anlattım. Çok hoşuna gitti ve hem yaygınlaştırmak için gerekli talimatları verdi. Bu arada saat 18.30 olmuştu bile.

Bundan sonrası çok karışık. Bu projemi Milli Eğitim Bakanlığı’na vermemem için ne teklifler yapıldı! Derken zamanın acımazsız çarkı ve rüzgarı ters esti. Ziya hocam ve Servet hocam görevlerinden istifa etmek zorunda kaldılar.  İki yıldız kaymıştı. Ve yerleri dolmazdı. Yerine gelen ilköğretim genel müdürü bize; “Siz Servet Beyin adamsısınız sizinle biz çalışmayız” diyerek makam odasından azarlarken, o sevecen kurumların yerini taş gibi sert duygusuz insanlar almıştı bile. Bakanlığa verilen bir proje nasıl şahsa indirgenebilirdi!

Tam on iki yıldır bu projeyi kendi halimde sürdürüyorum. Çok yenilikler ekledim. Fakat bunları anlatacağımız bir mercii bir makam bulamadım.  Çünkü Ziya Hocalar ve Servet Hocalar yoktu artık. Dinleme kültürü kalmamıştı. İşte Ziya Hocamın bakan olmasına bu yüzden çok önemsiyorum.

Bir taşra öğretmenini dakikalarca dinleme büyüklüğü gösterdiği için. Tekrar hoş geldiniz sayın Hocam. Tüm kalbimle. Keşke siz ve Servet Bey hiç gitmeseydiniz. Siz gittiniz, köy öğretmeleri mahzun ve kimsesiz kaldı yıllarca. Hoş geldiniz, hoş geldiniz, hoş geldiniz…