Dört gündür, yediğimiz yemeğin, içtiğimiz çayın tadı kalmadı…

İlk şoku, ikinci şoku, artçı şokları atlatınca başımıza gelen felaketin büyüklüğünü yeni yeni fark etmeye başladık.

Dilimiz tutuldu, damağımız kurudu…

Dünyanın irili ufaklı 48 ülkesinden Türkiye’ye geçmiş olsun mesajları geliyor, yardım sevkiyatları yapılıyorken ülkemizin her noktasından; her ili, her ilçesi seferberlik hâlinde deprem bölgesine ihtiyaç malzemeleri, iş makinaları ulaştırılmaya çalışılıyorken, yaraların vakit kaybetmeden sarılmasına canla başla devam ediliyorken; içimizdeki Çarliler, yersiz yurtsuz vatansız Hebdolar garezlerini, kinlerini, nefretlerini aralıksız, nefes dahi almaya gerek görmeden kusmaya başladılar.

Yüzyılın felaketi diyoruz, depremden etkilenen bölge Avrupa’daki çoğu ülkeden, Danimarka’dan, İsveç’ten, Portekiz’den büyük diyoruz, Almanya’nın yarısı kadar diyoruz…

Devleti zafiyet hâlinde göstermeyi hedefleyen, dinden, diyanetten azade kubur farelerine anlatamıyoruz.

Maatteessüf ülkemizde, Fransız Charlie Hebdo’dan salyangoz biriktirerek gelip buralarda satan, akıldan, izandan azade, vaktiyle Hatay’ı, Urfa’yı, Antep’i, Maraş’ı işgal eden Fransızlar kadar iğrenç zihniyette konuşan, onlar kadar alçakça hareket eden insancıklarımız var.

Enkazdan tek parça, canlı insan çıkarmanın sevincini ‘Allahu Ekber’ diyerek paylaşan gönüllülere oturdukları yerden, konforlu stüdyolarının sıcak koltukları üzerinden kin kusan insan müsveddelerimiz var.

İçimizde Melikgazi Belediyesinin deprem bölgesine göndermek üzere tıra yüklediği konteynır mescide tahammül edemeyen beyinsizlerimiz var.

Biz bugüne kadar, “Kurtarma çalışmaları sırasında ‘Allahu Ekber’ diye slogan atmak nasıl zihniyettir. Pes artık" diyen insancıklara nasıl tahammül edebilmişiz, pes artık…

Vallahi bravo bize…

Tebrik ediyorum kendimizi…

“Depremin merkezi siyasal İslâm…” diyerek Müslümanlara, bütün İslâm coğrafyasına tek kalemde hakaret eden, içindeki kini kusma fırsatını böyle felaket günlerine bekleterek çoğaltan zavallılarla berber yaşamak ne ağır imtihanmış meğer...

Ne diyelim bunlara şimdi, ne diyelim…

Dört gündür, yediğimiz yemeğin, içtiğimiz çayın tadı yok…

Ekran başında gözlerimiz nemli, gelişmeleri, yaşananları hep ümit, sürekli müjdeli haber bekleyerek izliyor, aldığımız nefesin göçükte kalanların son nefesidir belki diye utana sıkıla alıp veriyorken…

Ne diyelim bunlara şimdi, ne diyelim…

Allah size layık olduğunuz üzere muamele eylesin…

“Kurt kışı geçirir, yediği ayazı unutmaz…”