Yaklaşık üçyüz bin Müslüman kardeşimizin sınırlarımızın yanı başında, tüm dünyanın ve daha da önemlisi bizim gözlerimizin önünde maruz kaldığı katliamlar yüreğimizi fena halde yakıyor.
Rusya’ya ve Baas rejimine ait savaş uçakları ve helikopterler Halep’te vurulmadık hastane, okul ve fırın bırakmadı.
Ruslar vakum bombalarıyla, misket bombalarıyla ve nüfuz edici bombalarla saldırırken rejim de kenti varil bombalarıyla vuruyor.
Birkaç gündür son iki yılın en şiddetli ve vahşi bombardımanına maruz kalan Halep’ten her gün çoğu çocuk onlarca ölü ve yüzlerce yaralı haberi alıyoruz.
Tüm dünya Vladimir Putin ve Beşşar El Esed’in katliamlarını seyrediyor.
Yıkılan binaları ve enkaz altında kalan cansız çocuk bedenlerini seyretmek neredeyse olağan hale geldi.
En kahredicisi ise her gün daha da vahşileşen saldırılar karşısında bir şey yapamamak.
Tepkilerimizi gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında, kafelerdeki sohbetlerde ve sosyal medyada dile getiriyoruz.
El açıp dua ediyor, Allah’tan Halep’teki Müslüman kardeşlerimiz için yardım diliyoruz.
O kadar…
Elimizden başka bir şey gelmiyor.
Tepkileri ve duaları asla küçümsüyor değilim.
Fakat şu soru da ister istemez insanın aklına geliyor:
Yapabileceğimiz başka hiçbir şey yok mu?
Çünkü Halep’in, içindeki binlerce insanla gözlerimizin önünde yok edilişine seyirci kalmak oldukça acı verici.
İnsanlar gibi devletlerin de aciz kaldıkları zamanlar olur.
Güçlerinin bir sınırı vardır ve isteseler de bir şey yapamazlar.
Ankara’nın Suriye’deki yangını söndürmek, Türkmen Dağı’nda, Halep ve İdlip’te gerçekleştirilen katliamları önlemek isteyip de yapamadığı gibi.
İslam coğrafyasında Türkiye’den beklentiler büyük.
Hem bu nedenle ve hem de Halep’e en yakın ülke olduğumuz için gözler üzerimizde.
Herkes Halep için Türkiye’nin bir şeyler yapmasını bekliyor ve ümit ediyor.
Bu aralar Arap sokağında Erdoğan’ın Putin’le anlaştığı, Rusya’nın Fırat Kalkanı Operasyonu’na göz yumması karşılığı Türkiye’nin de Halep’e sessiz kalacağı konuşuluyor.
Operasyonda Türkiye’ye destek veren devrimci gruplara da “Halep’i kendi haline bıraktınız” sitemi ve eleştirisi yöneltiliyor.
Sahi, gerçekten de böyle bir anlaşma var mı?
Yapılan pazarlıklar sonucu Halep’i Rusya’ya mı bıraktık?
Yoksa lütfen çıkıp yalanlayın.
Bunun çirkin bir kara propaganda olduğunu söyleyin.
Ankara’nın özellikle ABD ve AB’ye karşı Moskova’yla ilişkilerini geliştirmek istemesi anlaşılabilir bir tavır.
Gözetilmesi gereken kahrolası bir takım dengelerin olduğunun farkındayız.
Fakat her gün onlarca masum insanı katleden Putin’le aşırı samimiyetin de bir bedeli olacağını unutmamak gerekir.
Yine soruyorum:
Halep için artık duadan ve uluslararası topluma çağrıdan başka yapılabilecek hiçbir şey yok mu?
Rusya’nın ve Suriye rejiminin Halep’i haritadan silmesini seyretmekle mi yetineceğiz?
Putin’i durdurmak için harekete geçirebileceğimiz hiçbir güç veya mekanizma yok mu?
Bu ve benzeri sorulara ısrarla cevap arıyoruz ama maalesef henüz bulabilmiş değiliz.
Çevremde birçok kişi Halep’ten gelen katliam görüntülerine daha fazla bakmak istemiyor.
Çünkü artık yürekleri dayanmıyor.
Üzerine bir de hiçbir şey yapamamanın ve çaresizliğin acısı eklenince o görüntüler yürekleri yakıp kavuruyor.
En önemlisi; bizler gözlerimizi, kulaklarımızı ve hatta yüreklerimizi kapatsak ve görmezden ve duymazdan gelsek de orada ağır bombardıman altında çocuklar ölmeye devam ediyor.