Avrupa ve Amerika’daki uygulamalardan sonra şimdi de İsrail, İslamofobi hastalığının tezahürü ile ezan yasağını gündeme getirdi. İsrail parlamentosu ezanın hoparlörden okunmasını yasaklamak için hazırlanan yasa tasarısını onaylayarak Müslümanlar üzerindeki baskıcı tutumunu ileri seviyeye taşımış oldu. Güya gürültü kirliliği bahanesi ile alınan bu yasak kararı Müslümanlar ve özelinde Filistin halkı için takınılan ırkçı tavrın ispatıdır.
Filistin halkı hassasiyetlerine yönelik bu tutumun asıl gayesi Müslümanlar’a yapılan her haksız saldırıyı ülke politikasının bir çıkarı olarak benimseyen İsrail’in Kudüs üzerindeki planlarıdır. Tüm medyalarında Mescid-i Aksa yerine ikame ettiği Kubbet’üs Sahra görseli ile Kudüs algısı oluşturarak Mescid-i Aksanın hafızalardan silinmesini onun itibarsızlaştırılarak ileri ki dönemlerde belki de yıkılarak yok edilmesi projesinin bir parçasıdır.
Obama döneminde Kudüs’ün başkent ilan edilmesi çalışmalarını büyük gayretlerle sürdüren İsrail, Trump dönemi ile birlikte bu ataklarını sıklaştırmış durumda. Trump tarafından da onay alan bu politika ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıma isteği ile de desteklenmekte. Filistin yönetimi ve halkını hiçe sayan bu tutum asla kabul edilemez nitelikte. Amerika desteği ile İsrail’in aldığı her karar sorgulanamaz değildir. “Düşmanın inancını kıracaksın. Aile bağlarını yok edeceksin. Toprağın gelirini sen alacak sahiplerini emekleri uğruna köle olarak çalıştıracaksın. Kuvvetinle elde edemediğini hile ile elde edeceksin. Gayen için her yol mubahtır. Acele etme, sen bıkma, onlar nasılsa bıkarlar ve meydan sana kalır” şeklinde özetlenen Yeşua Yahudi fikri günümüzde de uygulanmakta.
Dünyada Hz. Musa(as) döneminden sonra 2. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede yerleştikleri her coğrafyadan bu anlayış sebebi ile kovulan Yahudiler ancak Osmanlı Devletinin himayesi ile huzura kavuşmuş bir toplum oldu. 2. Dünya Savaşı’nı kullanarak aleyhlerindeki yüzyıllarca oluşan nefret ve antipatiyi sempati ve acımaya çevirmeyi başardılar. Hatta devamında aleyhte yer alan her fikri antisemitist yaftası ile haksız itham olarak lanse ettiler. İsrail devletinin kuruluşunun 2. Dünya savaşı bitimine denk gelmesi hiçte tesadüfi değil. Savaşı kendileri için bir fırsata dönüştüren Yahudiler vadedildiğine inandıkları topraklara 1900 yıl sonra devlet kurarak dönmeyi başardılar.
Elbette Hitler Almanya’sının işlediği insanlık dışı uygulamaları savunmuyoruz. Lakin bu durumdan en çok şikâyet edenlerin aynı uygulamaları Müslüman toplumlarına reva görmesini de kabullenemeyiz. Nasıl ki Hitler Almanya’sını insanlık onurunu inciten davranışları için yargılıyorsak, Yahudiler’in (İsrail devleti) Filistinli Müslümanlar’a uyguladığı vahşeti, şiddeti, zulmü de İslamofobik politikaları da görmezden gelemeyiz. Yahudi’ye uygulandığında nefret uyandıran vahşet ve şiddet, Yahudi uyguladığında sevimli hale gelemez. Yahudiler’in bu değer algısı günümüzde her alanda gizli/açık uyguladığı hâkimiyet politikaları ve Arz-ı Mev’ud hayalleri Müslüman toplumlarını ve en çokta Filistin halkını etkiliyor.
Tam da bu gaye uğrunda önlerinde en büyük engel Osmanlı Devleti’nin devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni gören İsrail yüzyıllardır asıl emellerinden sapmadan harekâtlarını sürdürmekte. Filistin toprakları üzerinde resmen kurulan, kurulduğu günden bugüne orta doğunun en büyük sorunu haline gelen İsrail ve politikaları neticesinde bölgenin savaşlarının ve karışıklılığının sona ermemesi hiç şaşırtıcı değil.
Güçlü Türkiye dünya için hepimiz için bir ihtiyaç. Adaletin tesisi ve teslimi için, herkese adalet için güçlü Türkiye şart…