“Eski komünistim ben!” diye girdi söze. Yaz sıcağında boyası neredeyse dökülmüş tahta sandalyeyi saygıyla uzatırken altıma. Ağarmış saçlar, kalın bıyıklar. Yüzünde tatlı bir emekçi esmerliği var. Sanki Yılmaz Güney filminden çıkmış Çukurova işçisi gibi. Alnında yıllar çizgilenmiş. Gömlek cebindeki sigara paketini masanın üzerine koyuyor sertçe. “Oğlum çay…” diye sesleniyor bir yandan. “Aç mısınız?” diye soruyor aceleyle. Vecibe imiş gibi sigarayı uzatıyor masadakilere. Neredeyse ben de içmeye razı olacağım, o kadar güzel ikram ediyor ki…
“Olsun…” diyorum. “Eski komünistlerden güzel Müslüman olur!” Laf olsun diye söylemiyorum aslında. Gençliğinde sosyal demokrasiye samimi olarak inanmış, aklı başında birçok yaşıtımı, bugünlerde samimi Müslüman olarak görmüşlüğüm var. “Faşistten mi Müslüman olacak ki!” diye tamamlıyor sözümü. “Irkçılık ki, şeytanın ilk işi, biricik kariyeri… Şeytanla yoldaşlık etmek adamı Hakk’a götürmüyor!” diyorum.
Çakmağını ateşlerken, “Buranın CHP’lisi de dinler beni” diyor. “Çünkü onların içki masasında oturuyorum. Siyasi değil samimi konuştuğumu bilirler.” Referandumda, kendisine özel argümanla ‘evet’e ikna ettiklerinden bahsediyor. 15 Temmuz gecesi, darbecileri alkışlayan kahve ahalisinin karşısına geçip, “Ayıp bu yaptığınız, elinize dizinize dursun!” deyişi var ki. Destan gibi. Üstelik hepsi yakını, ahbabı, dostu… “Eve gidip silahı aldım sonra, doğruca karakolun önüne geçtim. Baktım, bizim bölgedeki jandarmada bir hareketlilik yok, hanımla birlikte merkez ilçeye geçtik.”
***
Henüz camiyle barışamamış. “Ama yengen ‘açık’ ama iyi Müslüman’dır, her sabah Kur’ân okumadan evden çıkmaz.” Rakı makı işleri geride kalmış ama ara sıra ‘kaçırıyor’muş… “Var mı Tayyip Erdoğan’dan sosyal demokratı?” diye soruyor masa arkadaşlarına. “Söyleyin ulan, bizim gençliğimizde duvara yazdıklarımızı yapmadı mı Tayyip Erdoğan? Eğitim ücretsiz. Sağlık ücretsiz. Daha ne olsun. Anasına bakan kadın bile devletten maaş alıyor. Daha ne istiyorsunuz?” Hepsi “suspus oluyor”muş. “Bakma sen, atıp tuttuklarına” diyor. Aslında bu halkçıların çoğu Cumhurbaşkanımıza hayran!” “Nefretin kökünde aşk vardır zaten” diye psikologluk taslıyorum hemen. “Bi de bunlara solcu diyorlar” diye içerliyor. “CHP’den solcu mu olur Allah aşkına… Halkın hangi yarasına çare olmuşlar ki…”
Derin bir nefes alıyor. Biraz daha çekiyor dumanı. Yöresindeki teşkilatı nezaketini bozmadan şikâyet ediyor. Canı yanmış, belli. “Ranta dalan çok… Canla başla çalışanlara sahip çıkmadılar. Başka hesapları var… Anlamıyorum.”Cumhurbaşkanımızın “defolu adam”lardan haber verdiği günün öncesinde konuştuk bunları. Mahzunca dinlemekle yetindim.
Sahil şehrinde geçici olarak kurduğu büfede ekmek parasını çıkarıyor. “İçki satmam…” diye üsteliyor. Sahil şehrinin her köşesinde bar var ama sarhoşluk rutin bir hal. Sarhoşlukla kavga eden, sustayla gezen çok… En ateşli kavgada, Emin Baba araya girdi mi, en kanlısı bile elini indiriyor. Yeryüzünün merhametsizlikten kırıldığı bu günlerde, merhametini öfkeli bıçakların ucuna dikilerek ortaya koyuyor.
Bir ara bir halkçı dostunun dediğini hatırlıyor gülerek: “Valla, Tayyip Bey seni tanısa buraya teşkilat başkanı yapar!” “Yok, gözüm yok!” diyor. Şaka yollu “Anlatırım seni Reis’e” diyorum.
Bir ümit, ‘Reis’ okur bu yazıyı… Söz verdim bir kere…