Büyük bir geçiş döneminin içindeyiz.
Değişim büyük.Yolun başındayız.
Ve her yeni doğum sancılı olur.
3. Dünya Savaşı çoktan başladı. Hibrit savaşlar, asimetrik çatışmalar, vekalet savaşları… Pandemi, siber saldırılar, dezenformasyon, kitlesel tutsaklıklar/bağımlılıklar… Bu çağ başka. Ezberleri bozma zamanı.
Ne yaşıyoruz? Şöyle çevremize bir bakalım.
ABD, “Yeni Amerikan yüzyılı projesi”ni hayata geçirmenin peşinde. Rusya’yı Ukrayna’ya çekerek NATO’ya yeniden nefes verdi. Avrupa telaşlı, gıda ve enerji sorunsalı ile karşı karşıya. Panik halinde sıkı sıkıya NATO’nun eteğine yapıştı.
ABD her zaman olduğu gibi savaştan besleniyor. Çok kutuplu dünyada gücünü kaybetmemek adına ustalıklı bir strateji yürütüyor.
Çin, sessiz ve derinden ilerlerken ürün depolamaya gidiyor. Tedarik zincirinin aksaması işine geliyor. İpler elinde. Zamanı geldiğinde tüm kozlarını oynayacak. Hala “büyük meydan okuma” için hazırlık yapıyor. Tayvan üzerinden polemiğe girmek istemiyor, işine bakıyor.
Rusya, Çarlık ve Sovyet söylemleriyle fazla açıldı. Şimdilik ekside. Fakat yaptırımlardan etkilenmiş değil. Parası değer kaybetmedi, aksine kazandı. Elinde ciddi kozlar var ve o da zamanını bekliyor. Yeni sürprizler yapabilir.
Ukrayna savaşı kısa sürmeyecek. Kafkasya ve Balkanlara uzanırsa işte o zaman sıkıntı büyük olur.
Yunanistan ülkesini adeta ABD’ye peşkeş çekti ama halinden memnun. ABD’ye gidip, “sakın Türkiye’ye uçak vermeyin” diyor. Türkiye’ye olan hasmane tavrınedeniyle burnumuzun dibinde silah deposuna dönüşme niyeti taşıyor.
Suriye’nin geleceği hala çok muğlak ve sayısız ülke oradan nemalanma peşinde. Ülkenin kuzeyinde çok riskli alanlar mevcut ve bizim için ciddi tehdit oluşturuyor.
Türkistan coğrafyasının durumu ise çok kırılgan. Balkanlar aynı durumda.
Yakın coğrafyada durum böyle.
ABD’den Çin’e, Rusya’dan Avrupa ülkelerine devler güreşirken, Türkiye olarak biz bu süreçten ya tam bağımsız, aktör bir ülke olarak çıkacağız. Ya da ABD’nin emir eri olarak “güçlendirilmiş yerel demokrasi” mavalının peşinde koşarak eski sisteme dönüp parçalanmaya giden yolu seçmiş olacağız.
Belediyelerin kendi bütçesi olduğu gibi kendi savunmasının olması gerektiğini savunan HDP’nin ajandası zaten özerklik üzerine kurulu. Neyi amaçladıkları çok açık.
PKK yapısının tasmasını elinde bulunduran ABD ve Batı ittifakı, planlarını gizlemiyor. PKK’nın Suriye’deki kolu ile açıktan görüşüyor, resmi makamlarda ağırlıyor, “Deaş ile mücadele” kılıfı altında maddi destek topluyor, milyonlarca doları kanalize ediyor, binlerce tır silah veriyor, eğitiyor, devletleşmesi için kurumsallaşma bilgisini transfer ediyor.
Türkiye içindeki siyaseti dizayn etmeyi ihmal etmeyen ABD, bir taraftan muhalif medyayı fonluyor, bir taraftan da geleneği olan partileri HDP’nin söylemlerine esir ediyor.
Sınır ötesi operasyonlar için çıkarılan tezkereye “evet” diyemeyen CHP, şehit bacısına küfreden siyasetçiye sahip çıkan İP, Nato gündeminde sessiz kalan 6’lı masanın tamamı ne yapmaya çalışıyor? Ne için susup, ne için çalışma yürütüyorlar? Ülkenin beka meselesinden daha mühim ne olabilir ki? Teröre ve dış ülkelere mesafe koyarakbağımsız irade ile politika üretmek bu kadar zor olmamalı.
İçerde, Atatürk Havalimanını, Canan Kaftancıoğlu’nun hiçbir anlamı olmayan yargı kararını ve sığınmacılar gündemini önümüze koyanlar, içinde bulunduğumuz denklemin vehametini bizden saklamaya çalışıyorlar.
Dünya için için kaynarken, “Türkiye eski sistemle boğuşsun dursun” isteyenler, bir sonraki adımda ülkeyi parçalamayı ve nihai adımda da Anadolu’dan Müslüman Türkleri kazımayı hedeflemektedirler. “Zulüm 1453’te başladı” diyenlerle kol kola yürüyenlere duyurulur. İçlerine siniyorsa devam etsinler.
Yazıyı iki soru ile bitirelim.
Millet İttifakı’na dış politika emanet edilir mi?
Gıdadan, sağlığa, enerjiden güvenliğe devletler sınanıyor. Biz buna hazır mıyız?