Yeni baştan var olma temrini oldu oruç. ‘Elesti bi rabbikûm?” sorusunu yenilemek için indi aramıza. Bir başlangıcımız olduğunu hatırlatan fısıltı oldu. Başlamalara alıştırdı bizi. İmsak vakti oruca başladık. İftar vakti, yemeye başladık. Sessiz akıp giden zaman nehrini kesti; sabahın ve akşamın çağıltısını duyar olduk. Saatler köpüklendi. Vaktin sularında ıslattı bizi; boğazımıza dizildi saniyeler, tanelerine ayrıldı dakikalar.
Kıyısına çekildik varlığın. Eserini seyretmek için birkaç adım geri çekilen ressam gibi, bütünleyen bir bakışla gördük âlemi. Yeniden gördük yerimizi. Yeryüzünde ağırlanışımızı yeniden idrak ettik. Ağır bir misafir olarak başköşeye oturtuluşumuzun mahcubiyetini tazeledi. Al al oldu yüzümüz.
Başa döndürdü bizi. En başa. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna cevap diye yazdı hücrelerimizi. Her nefesimizi seve seve ‘Belâ!’ demeye adadık sayesinde. Kalbimizin pusulasını yeni baştan ayarladık orucun eliyle. Sadece Allah’a görünmeye razı olduk; başkalarından itibar ummadan yaşamayı sevdik. Sadece Allah’ın çağrısına uyduk; başka çağrıları reddetme zenginliğini tattık. Sadece Allah’a verdiğimiz sözde durduk; başka sözleşmeleri bozmanın keyfini yaşadık.
Taşın fazlasını yontarak, içinde saklı “melek”i bulan usta heykeltıraşın yaptığını yaptı bize oruç. Omzumuzdan dünya yükünü aldı. Lüzumsuz tortuları sıyırdı. Sadeleştirdi bizi. Kalıbımızı kalbimize eşitledi. Saydamlaştırdı gövdemizi. Özümüzle tanıştırdı bizi.
Ruhumuzu bedenimizden ayırdı oruç. Gövdenin gündemini iptal etti, ruhun gündemini yazdı alnımıza. Ellerimizi boşalttı; dünya gurbetini katmerleştirdi. Çaresizliği yaşattı; sıladan uzaklığın soğuğunu derinleştirdi. Ümidimizi kesti buralardan. Dünyanın kıyısına sürgün etti kalbimizi. Sonsuzluk rüzgârını değdirdi göğsümüze. İnceltti varlığımızı çiçek oluncaya dek. Meyveye durdurdu hâlimizi. Ağırlaştık ahiretten yana. Yerleştiğimiz dalları toprağa eğdik.
Yüzümüz cennete döndü bile…