Güneşini yitirmeye başlamıştı gün…

Kafasında şimşekler çakarak çıktı işyerinden…

Her günün getirdiği deli sorular çok yormuştu hem ruhunu hem bedenini…

Soru sormak kolaydı. Fakat aynı sorulara cevap bulmak dünyanın kıyametine kadar götürebiliyordu insanı.

Binanın çıkış kapısına geldiğinde her zamanki o içini serinleten duyguyu hissetti. İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca gibi tarafını belli etmiş ve elinden geldiği kadarını yapmıştı en azından…

Şimdi ruhunu akrep gibi sokan günün telaşesini unutup tazelenmek için evin yolunu tutma vaktiydi.

Ev mabediydi onun…

Gündüzünü geceye, geceyi gündüze çeken rahmani bir gemide anı nakış nakış işlemenin vasıtası…Kimi zaman kıyamda kim zaman duada ruhunu onarırken gönlünün dehlizlerinde kaybolmanın ve dışarıdaki gürültüleri unutmanın adıydı.

Önce üst caddeye ulaşmak için boş araziyi yürüdü boydan boya.

İrili ufaklı yüzlerce beton binanın arasındaki bu boş arazide eskiden olsa nasıl da top koştururdu kim bilir?..

“Hıh!..” dedi ve yürümeye devam etti.

Saatine baktı ve adımlarını hızlandırdı.

Otobüse çok az kalmıştı.

İlk seferi kaçırmak demek eve bir saat daha geç kalmak demekti. Üst caddeye vardığında arabalar çoktan tek sıra olmuş ve korna çalarak ilerleme yarışına girmişti bile…

Egzoz gazına karışan sesler şehrin acı bir çığlığı gibi vuruyordu kulağına. Sanki kornaya dokunan her el bir imdat yakarışı içindeydi. Hangi birini nasıl kurtarabilirdi ki insan?..

Elini cebindeki tespihe attı ve önündeki yolu yürümeye koyuldu. Durağa yaklaşık bir kilometre mesafe vardı.

Durağa vardığında otobüste onu bekleyen sürpriz sohbetten habersizdi. Oysa alelade şekilde boş gördüğü koltuklardan birine oturmuştu.

Hemen yanı başında cam kenarında oturan adamı fark etti birden… Adam otobüs camına bakıp el işaretleri yapıyor, dudaklarından belli belirsiz kelimeler dökülüyordu.

Belli ki bir şeyler rahatsız etmişti onu… Oflayıp pufluyordu durmadan… Ara ara oturduğu yerden doğruluyor sonra yeniden çöküveriyordu omuzları…

Trafikten ve otobüsün adım adım ilerleyişinden bunalmıştı anlaşılan…

Bir ara otobüsteki diğer insanlara göz gezdirdi… Herkes kendi âlemindeydi. Çoğunun kulağında kulaklık yaşadıkları dünyayla bağlantılarını koparmak ister gibi bir halleri vardı. Şoförün ara ara yaptığı gereksiz ani frenler olmasa gözlerini akıllı cep telefonlarının ekranlarından ayırmayacaklardı sanki…

Dayanamayıp yanındaki adama sordu:

   – Yolculuk nereye?

   – Aksaray’dan bindim ağabey, Başakşehir’e gidiyorum. 2 saattir yoldayım.

   – Trafik bunalttı seni galiba…

   – Sorma ağabey, sorma… Hastaneden çıktım bir de… Böbreklerde taş varmış, onları kırdırdım doktorlara. Bir an evvel eve atmam lazım kendimi ama trafikte perişan olduk.

“Eskilerin dediği gibi dert adamı söyletirmiş” sözünü geçirdi içinden… Bir yolda susamışın gönlüne serinlik olmanın kime ne zararı olsun dedi ve sohbete devam etti. Bir tek soru yetti adamın onca dert yangınını dilinden döküvermesine…

   – Memleket neresi?

   – Ağrı’dır ağabey… Memlekette iş güç yok, geldik İstanbul’a…

   – …

   – 1800 lira maaş, 3 çocuk. 750 lira kira ödüyorum, o da ki deprem konutlarında oturuyorum… 3 yılda üç ev değiştirdim. Her sene bir bahaneyle çıkarıyor ev sahipleri. Ne yapacağımızı şaştık kaldık.

   – Ne iş yapıyorsun?

   – Güvenlikçiyim ağabey…

   – 3 çocukla nasıl yetiriyorsun maaşı?

   – Yetmiyor… Her ay birinden alıp diğerine veriyorum. Ama bunaldım artık. Boğazımıza kadar faize bulaşmışız. Nefes alamıyoruz ağabey… Rabbim bize yardım etsin. Ne olacak bilmiyorum?..

Bu sözler onu derin bir yolculuğa çıkardı. Tıpkı yanındaki adamın otobüs camına konuştuğu gibi… Kendini bir anda içinden konuşurken buldu:

“Onun derdi kimin ya da kimlerin umurunda acaba?.. Kalabalık yalnızlara dönüşen milyonların arasında kalakalmış öylece… Sadece o değil hepimiz öyle… Oysa ‘Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir’ buyuruyor Kâinatın Efendisi(SAV)… Komşu komşunun külüne muhtaç ve insan insana ilaç şu zamanda… Herkes kendi hikâyesinin kahramanı, bu doğru… Fakat bütün insanlık zaman ilerledikçe adeta yalnızlaşarak ölüyor.”

Derken yanındaki adamın sesiyle irkildi.

   – Müsaadenle ağabey, ben bu durakta ineceğim.

   – Peki… Güle güle…

   – Çok sağol ağabey, çok sağol…

Hayatta ilk kez karşılaştığı ve belki de bir daha hiç karşılaşmayacağı birine, aynı adam otobüsten inerken gözlerinin içi gülerek “Çok sağol ağabey” demişti.

Şimdi cebinde istemsiz de olsa eve giderken yanında götürdüğü bir soru vardı.

“Onun için ne yaptım ki ben?..”