Artık bu sorunla yüzleşme vakti geldi. Dinî kodlarımızı ‘parsiyel’ bir sorumluluk kabul ediyoruz. (Bu arada ‘parsiyel’ demek, ‘kısmî’ demek oluyor!) Bu kabullenmenin altında, dini hayatın bir kısmı kabul etme alışkanlığı yatıyor. Yüzyılı aşkın bir süredir, maruz kaldığımız yoğun oryantalist propagandanın, önce ilahiyat ve diyanet camiasında açtığı, onların diliyle de toplumun kılcal damarlarına yayılan bir yara bu… Oysa, her şeyin her an bir Allah tarafından yaratıldığı âlemde, din ya her şeydir ya hiçbir şeydir. Din ‘birazı’ değildir varoluşun; bir kısım adamların görevi de değildir.
En son 15 Temmuz programı için gideceğim, ismi bende saklı ilimizin valilik protokolü, “şehitlere Fatiha okunur, saygı duruşunda bulunulmaz” dediğim için programdan adımı silmeyi tercih etti. (Yıllar önce Van depremi günlerinde bir gün beraber çalıştığımız, harbi duruşuyla bildiğim muhterem vali beyin tercihi değil bu; biliyorum.) Sanki benim saygı duruşuna karşı olmam anormalmiş de, hiç yoktan, hiç gerekmediği halde, hem de aziz istiklal marşımızın önüne, bu tuhaf uygulamayı koymak normalmiş gibi. Sanki 15 Temmuz şehitleri hatırına meydanı dolduran binlerce vatandaş, saygı duruşunda durmak için yıllardır can atıyormuş gibi. Sanki saygı duruşu namındaki ‘tapınma’ biçimi, şehitlerimizi seve seve şehadete yürüten Hz. Peygamber’in[asm] hayatından alınmış gibi…
Erinmedim: ilgili arkadaşları aradım. Üç aydır planladığımız bu güzel buluşmadan adımın alelacele silinmesini, sıcacık bir samimiyetle “siz dinen caiz bulmuyormuşsunuz da, ondan hocam!” diyerek açıkladı. Ama asıl mesaj bu değildi; benim o olayı ‘dinen caiz görmeyişim’ vazgeçilebilir bir nottu; ama programın yarım dakikalık bu tuhaf detayı ‘devlet emri’ydi. (Yine de söyleyeyim, bir elin parmağını geçmeyecek birkaç istisna dışında, yasalar kimseye saygı duruşu emri vermiyor. Aksine, vatandaşa ‘anlamız’ bir harekete zorlandığı için dava hakkı veriyor. İnanç özgürlüğü ihlalidir saygı duruşu…)
Adı üzerinde. ‘dinen’di benim kaygım. Herkesi bağlamazdı, belirleyici olamazdı. Bir şeyin ‘dinen caiz olmayışı’ dikkate alınamazdı. Oysa konumuz “15 Temmuz”u ciddiye almakla başlamıştı.
O gece tankın karşısında duran yiğitler bile bile ölmeyi ‘dinen caiz’ biliyorlardı; ciddiye alınmaya değmez mi bu? Daha ötesi, canlarını bombaların karşısına “dinen emir’ diye koyuyorlardı; dikkate almamak olur mu bunu?
15 Temmuz şehitleri ile aynı safta değil miyiz yoksa?
‘Dinen caiz olmayışı’nı bir kenarda tutan kardeşlerimiz bilseler keşke… Kendi parmak uçlarına kadar her beden detayı Allah’ın eseridir. Kendi varlığı dinen caiz görüldüğü için nefes alıyordur. Trilyonlara varan her hücresinin her bir saniyesindeki on binlerce karmaşık operasyon Allah’ın emrettiği şekilde yürümektedir. Hücre hücre ‘dinen caiz’ trilyonlarca operasyonun ahengiyle ayakta durmaktadır laiklerimiz bile.
Canını Allah için ortaya koymak, kısmî bir fedakârlık değildir. Her şeyiyle teslim olmaktır Allah’a. Çünkü dinî sorumluluk kısmî değildir. Hayatın hepsidir. Varoluşun her noktasında ve her anında geçerlidir. “Din adamı” diye bir ruhban sınıfı da yoktur aramızda. Varlığının kendisine borç verildiğini fark edecek kadar akleden her adam ‘dinin adamı’dır.
Dini ciddiye almak, dinin her şey olduğunu kabul ederek ciddileşir. “Dinen caiz olmayan” bir şey, hiç kimseye hiçbir şekilde, hiçbir yerde, hiçbir zaman caiz değildir. Her eylemimiz namaz gibi kıbleli olmalı. Namaz gibi Allah’a dair ve Allah’a ait olmalıdır. Gönlünün kıblesini Allah rızası bilen şehitlerimiz adına kıblesiz, Kâbe’siz, Allah’sız, duasız bir eylem kimseye caiz değildir.
Son olarak; saygı duruşuna, saygı duruşuyla saygı duyulana kimse benden saygı beklemesin. Benim tek ‘saygı duruşu’m vardır; o da kıyamdır. Abdestli durulur; Hz. Peygamber’den mirastır, kıblesi vardır. Allah içindir, Allah’a ait bir alanda var olmanın teyididir. Herkes, her şey, her an, her yer Allah’a dairdir, Allah’a aittir. Vesselam.