Çocukluğum uzun yağmurlu yolları yürümekle geçti. Bu yüzden şemsiye bana güneşi hatırlatır amirim.

Ayazda buz tutan yollara yağmur yağınca daha kaygan olurdu. Düşerdim, sol elimin sızısını yüreğimde hisseder, ‘Anne’ diye ağlardım öğretmenim.

Çocuk Esirgeme Kurumları’nda bebek ölümleri en çok neden ölürmüş biliyor musun doktor?

Aniden ölüyormuş bebekler, hiç sebepsiz, sabah kundağında ölü bebekler.

Neden biliyor musun doktor, neden ölüyormuş bu çocuklar?

Aşırı sevgi eksikliği…

Kimse bu çocukları, bu bebekleri kucağına alıp da sevmedikleri için ölüyorlarmış komutanım.

Şimdi biz yaşayakalmışsak doktor, bizi bu yüz yüze geldiğimiz ölüm cenderesinden çekip almış bir sevgi, bir şefkat, bir merhamet elinin varoluşundandır.

Sen şimdi karşımda güçlü, kibirli ve granitten bir gururla duruyorsun ya işte böyle.

Unutmamalısın, o ölüm uçurumundan seni kurtarmış bir sevgiye, bir şefkate borçlusunuz bütün bu kurumlarını generalim.

Şimdi siz, psikologlar, psikanalistler, bireysel psikologlar, psikoterapistler var ya,  tam burayı mesleğinizin başlangıç noktası yapacaksınız, yapmalısınız yani.

Hastalarınızın derdine derman oluyormuş gibi yaptığınız ‘hım, hımmlarınızı’, Adler’inizi, Jung’unuzu, hatta Freud’unuzu, apoletlerinizi, berat mühürlerinizi, diplomalarınızı, yetki belgelerinizi en yakın Çocuk Esirgeme Kurumu’nun önünde yakarak hastalarınıza çocuk pışpışlatacaksınız.

Sabahtan akşama kadar kaç çocuk kurtarırlarsa o kadar iyi hissedecekler kendilerini emin olun hemşiranım.

Eskiden böyle tuhaf hastalıklar yoktu, bebekler yataklarında ölü bulunmazlardı değil mi ebanım?

Şimdi her şeyin çivisinin çıktığı bu kavanoz dipnotlu dünyada Hipokrat’ınızın çare bulamadığı bir hastalık haline geldi sevgisizlik.

Ama ben buraya ne sevgi eksikliğinden ne de doz aşımından geldim memur bey.

Ben buraya annesi ölmüş bir çocuğun tebeşirle kendisine anne çizerek yanı başında uyumasını, “Çocukları küçük mermilerle mi vuruyorlar?” diye soran yetimin ve ölürken “Her şeyi söyleyeceğim Allah’a!” diyen sabinin gözyaşını getirdim başkomiserim.

Şimdi siz elinizi kolunuzu sallayarak, uzman doktor, profesyonel psikanalist, usta konuşmacı, başarılı polis, profesyonel asker, üst düzey görevli, iki farklı ses, iki farklı insanmışsınız gibi konuşuyorsunuz ya böyle, bu tavırlarınızın, afili duruşunuzun bende bir karşılığı olmadığını söylemek için geldim buraya.

Uğraşmayın boşuna.

Rahatlayın, kimse yokmuş gibi, ben de yokmuşum gibi; küçük bir boşlukta, ince bir zaman aralığında şeytanla konuşuyormuşsunuz gibi normal olun albayım.

Çünkü doktor, biz büyüdük ama bir yerlerde bebekler büyüyemediler.

Bir yerlerde bebekleri kozmetik endüstrisinde kullanmak için sağlık tüplerine sığdırdılar.

Senin bu soğukkanlı, sakin duruşun var ya müdürüm, onları kurtaramayacak kadar yapmacık ve sahte.

Sabah ezanıyla çıkıp sabahçı kahvelerinde, çay simit ile başladım ben güne başkanım. Yarım tas çorbaya bir ekmek doğradım. Namluya sürülmüş ölüm gibi yaşadım hocam.

Kendime, kendimden başka verecek hiçbir şeyim olmadı.

Kaldır da bak şimdi, sol elim benim, senin sağ elindir doktor!