İnsanın kendini dinlemeye, sorgulamaya ve anlamaya ihtiyacı vardır. Hızlı yaşam, bilinçsiz tüketim, değerlerden kopuş demektir. Bir Kızılderili Atasözü nün dediği gibi ‘’Dur, dinle! Hep konuşursan, bir şey duyamazsın’’ duymak için, durmalıyız. İnsan hali ile susunca görmeye ve analiz etmeye başlar. Hakikat susmanın içinde gizlidir…
Hayat eğriyi, doğrudan ayrıt etmemiz için, iyiliğin ve kötülüğün savaşını ezberletir. Yarayı, acıyı tanımazsak ne kendimiz iyileşiriz ne de başkalarını iyileştirebiliriz. Hayat inişli çıkışlı bir mücadele, biraz yorgunluk biraz da azimdir. Kırılırken, yıpranırken, iç çekerken öğreniyoruz sabretmenin güzelliğini. Bir dostumuzdan, yakınımızdan zarar gördüğümüzde anlıyoruz dünyanın faniliğini. Hırsların, intikamların, entrikaların oyuncağı olmuş insanların huzursuzluğu, dürüstlüğün ne kadar önemli olduğunu anlatıyor bize. Menfaatçilerin kendi çukurlarında boğuluşunu izliyoruz zaman zaman.
Manevi değerlere tutunuşun verdiği haz güçlü kılar insanı. Maddi kaygı, statü savaşı, egoizm açlığı insanı bencil, ahlaksız, adaletsiz ve onursuz kılar. Manevi kimliği bulamayanlar sevdiği şeyleri dahi ezip geçerler, gözleri dünya hırsından başka bir şey görmez. Kendilerini hızla tüketenler, çevreye verdiği zararla da yüzleştiğinde boşlukta oluşun farkına varırlar. Yalancıların, kendi yalanlarında çırpınışını izledikçe hayattan ibret almayı öğreniyoruz. Özetle kötülerin dünyasını tanıdıkça, anladıkça daha çok yaklaşıyoruz kalbimize. Zalimin karşısında Allah’ a sığınarak, manevi dünyamızı güçlendiriyoruz.
Dünyadan geçerken kırık gönüller biriktirmemek için, insanca yaşamın mücadelesini vermeliyiz. Aza kanaat etmeyi bilmeliyiz. Yeterlilik duygusunu kaybeden kişinin ruhu daima aç olur. Ve yanlışı, yanlış ile takip ediş hiç bitmez. Asalet; mal, mülk, mevki değildir. Geldiği yere ihanet etmemektir yani öze. Kıskançlığın, hasettin, vurdumduymazlığın bir çığ gibi büyüdüğü bir çağda, insan kalmak için, manevi değerlere tutunuş şarttır.
Tüm bu tutarsızlıklar, öze muhalif yaşam ve fani oluşu unutuşun temelinde de arayış duygusu vardır. Kendini arayışla tamamlamak isteyen insan, ancak yaratılış gayesine uygun bir yaşamı bulduğunda mutmain olacaktır.
Her kültürde arayış izi farklıdır. Ve herkes kendi mabedini yüceltir. Bir iki gün önce Paris, büyük bir tarihi yapıtını kaybetti. Notre Dame Katedrali yandı. Tamiri için anında bağışlar başladı. Farklı kültürlerin kendi safında, olağan üstü bir şey arama anlayışına tutunuşu, insanın iç yolculuğudur.
İnsan öyle veya böyle tutunmadan yapamaz. Boşluklar uçuruma sürükler. Altı çizili uçuk hallerin çoğalışı da insanın arada kalışının örneğidir. Yanlışın, kötülüğün içinde hakikat çağrısını duyuyoruz ama teslim olmamak için direniyoruz. Büyük fotoğrafı görüyor ama içimize susuyoruz. Dünya telaşı sakinleşmemize izin vermiyor. Hayat o kadar boğucu ki, bir şeye tutunma isteği gün geçtikçe çoğalıyor. Faziletli ve erdemli yaşamın sırrı, dini tam olarak yaşamaktır.
Bugünün penceresine ‘Ne arıyorum? ’ diyen Necip Fazıl’ın dizelerini bırakıyorum. ‘’ An oluyor bir garip duyguya varıyorum / Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum.’’