Üstelik bu sorun, son dönemde ulusal bir hüviyet de kazandı.
Muhammed Şimşek/Analiz
Başından bu yana krizlerle dolu Cumhuriyet tarihinden bugüne gelinceye kadar Türkiye pek çok sorunla mücadele etti. Kimi zaman dış kaynaklı kimi zaman ise içeriden unsurların ortaya çıkardığı siyasi, ekonomik ve ideolojik bu krizler, günümüz koşullarında artık teknoloji ve internetin getirdiği yeni imkânlarla daha hızlı yaşanıyor.
Televizyon kanalları ve internet haber sitelerinden cep telefonlarına kadar hemen yanı başımızda duran enformasyon yığını arasında Türkiye’nin milli meselelerine ilişkin her açıklama veya paylaşım son dakika olarak gündelik hayata enjekte ediliyor.
Böyle bir ortamda FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminin arkasından Türkiye, Suriye sınırını teröristlerden temizlemek için başlattığı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtı adlı iki önemli hamle yaptı. Ulusal güvenliği yakından ilgilendiren meselede bütün bir millet ise tek yürek oldu ve bu harekâtları gerçekleştiren Mehmetçik’e desteğini esirgemedi.
Türkiye bu iki büyük askeri harekâtı bölgesel güç olmanın getirdiği ulusal güvenlik krizlerini aşmak için dünyada büyük altüst oluşların yaşandığı dönemde başlattı. Hem de 15 Temmuz gibi feci bir darbe girişiminin ardından…
CHP NEREDE DURUYOR?
İkinci Dünya savaşının geride bıraktığı ideolojik ve siyasal değerler dengelerinin tuzla buz olduğu bir dönemde dışarıdaki mücadelesi kızışan Türkiye içeride ise bir “CHP” sorunu yaşıyor. Zira ülkenin merkezdeki kurucu partisi olarak gösterilen CHP gün geçtikçe milli meselelerde bile sırf hükümetin ve onun yanında duran geniş halk kesimlerinin karşısında durmak için geliştirdiği söylemleriyle iflah olmaz bir sorunu dönüşüyor.
Son kurultayda değişen yüzü, etrafa nefret söylemleri saçan parti sözcüleri ve medyaya çıkan ideologlarıyla gittikçe marjinal bir ideolojiye bürünen CHP’nin kimyası bozuluyor. Bu arada söz konusu dönüşüme en çok etki eden faktör sosyal medya trollerini de unutmamak gerekiyor. Partinin üst yönetimine operasyonel müdahalelerle getirilen isimleri bu troller tarafından sosyal medya cahili olarak lanse ediliyor. Halkın inanç ve değerlerine yönelik ağza alınmayacak hakaretlerin biri bin para edilen sürece bakıldığında CHP’nin ezanla kavga eden, İslam ile çatışan ve 15 Temmuz kahramanlarıyla hesaplaşan bir noktada kendini konumlandırdığı görülüyor.
PARTİ İÇİ “TAHT” KAVAGALARI
Hatırlanacağı üzere Mayıs 2010’da bir FETÖ operasyonuyla CHP’nin başına getirilen Kemal Kılıçdaroğlu, 8 yıllık genel başkanlık dönemine 7 seçim hezimeti sığdırmayı başardı. 3’ü genel, 2’si yerel, 2’si referandum ve 1’i Cumhurbaşkanlığı olmak üzere toplam 8 seçim yenilgisine rağmen Kılıçdaroğlu, parti kongrelerinin hiçbirini kaybetmedi. Bazı olağan ve olağanüstü kurultaylarda Kılıçdaroğlu’na bir rakip dahi bulunamadı. Yakın zamandaki kurultayda ise mükerrer imzalarla son anda aday olmayı başaran Yalova Milletvekili Muharrem İnce, partisinde hafiften de olsa demokratik bir yarış rüzgârı estirdi. Zaten kavgalar, hileler, sahteciliklerin gölgesinde geçen kurultayda gündem genel başkan seçiminden çok Parti Meclisi seçimleri oldu. İşin doğrusu o kavgaların pek çoğu da partinin yönetim organı olan PM uğrunda yapılıyordu.
Geçmişte partideki hizbinden şikâyet edilen isim bu süreçte partide en çok özlenen isim ise belki de Almanya’da tedavisi devam eden eski genel başkan Baykal’dı. 1970’lerin başında partiye Ecevit’in davetiyle katılan Baykal, yarım asra yakın siyasi kariyerinde bakanlık yapmış, parti yöneticiliğinde bulunmuştu. Siyasi hayatı boyunca çok defa genel başkanlık seçimini kaybetmiş olsa da neticede CHP tarihine dördüncü genel başkan olarak adını yazdırma başarısını göstermişti.
BAYKAL’IN YOKLUĞU YARAMADI
CHP’nin, Türkiye’nin siyaset arenasında hitabeti ve karizmasıyla belli bir ağırlığa sahip lideri Baykal, kaset kumpasına maruz kalındığında partisinin başına gelecekleri aklından bile geçiremezdi. Kirli bir operasyonla altından alınan genel başkanlık koltuğuna Kılıçdaroğlu’nun oturacağını söyleseler herkes gibi o da bunu inandırıcı bulmayabilirdi. Genel başkan olmasa dahi partideki ağırlığı hissedilen Baykal’ın hastalanmasıyla oluşan boşluk partinin çok kolay yön değiştirmesine zemin hazırladı. Bugüne kadar ulusalcı ve katı laiklik çizgisini bir Baykal’ın yokluğunda bir kenara bırakan CHP, burnun üstüne meşruiyeti tartışmalı marjinal çizgide yol almaya başladı.
Söylemleri sokak kavgasının aracı haline getirilen parti Kılıçdaroğlu’nun ardı sıra yürüdüğü mezhepçi ve militan kadro, partinin ağır toplarından Baykal’ın hastalandığı süreci fırsat bilerek ideolojik saplantıları üzerinden yön tayin etmeye başladı. Her seferinde muhalif çıkışlar yapsa da milli meselelerde duyarlı, uluslararası ilişkilerde dikkatli ve terör sorununda hassas bir tavır sergileyen Baykal’ın olmayışı meydanı boş bulan Canan Kaftancıoğlu, Öztürk Yılmaz, Sera Kadıgil, Zeynep Altıok ve Sezgin Tanrıkulu gibi tartışmalı isimler CHP’nin yüzü oldular ve ideolojik pusulaya yön verdiler. Durdukları yer itibariyle kendi partililerine göre HDP’de veyahut TKP’de siyaset yapmaları gerekirken, bu isimler CHP’yi temsil etmesi içten içe bir rahatsızlığa dönüştüğünü de söylenebilir.
Bugün cevabı zor sorulara dönüşen bu tablo karşısında birincisi CHP’nin üzerine düşen HDP/PKK gölgesine nasıl izin verildi sorusunu cevabı önemli. İkincisi böylesine köklü bir siyasi partide bu değişim nasıl mümkün olabildiği üzerinde durup düşünülmesi gereken bir başka önemli mesele… Ancak burada cevap verilmesi gereken en can alıcı soruyu ise terör örgütü PKK’nın siyasi temsilcisi HDP ile ortaklığa tabanın yok sayılarak onay verilmesi hangi gözü karalığa sığdı ve böylesine büyük riskleri barındıran ittifakın oluşmasını sağlayan gizli el kim?