Bu noktada Türkiye’nin yapacağı hamleler gün geçtikçe zulüm ve gözyaşı tarlasına dönen yeryüzünde yaşanan insanlık trajedilerini sona erdirecek sürecin başlangıcı sayılabilir.
Muhammed Şimşek/Analiz
Dünyanın gidişatına bakıldığında günümüzün süper güçleri olarak gösterilen ülkelerin sömürgeleştirdiği toprakların neredeyse tamamını Müslüman coğrafyalar oluşturuyor. Sahip oldukları gerek ekonomik gerek siyasi ve gerek askeri gücü gözünü kırpmadan Müslüman halkların üzerinde kullanan Batılı güçler nüfusu milyarları bulan İslam Âlemini çoğu zaman çaresiz bırakıyor. Çünkü yaşanan bu haksız ve ahlaksız savaş süreçlerinin üzerinde yaptırım gücüne sahip olan bir tek İslam ülkesi bulunmuyor.
Yeryüzünde siyasi ve askeri güç denkleminin en etkili silahı konumundaki nükleer gücün caydırıcılığına -ilkyazımızda ele aldığımız üzere- artık bölgesel aktör olmaktan çıkarak küresel bir aktöre dönüşme yolundaki Türkiye’nin sahip olması elzem görünüyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu alanda attığı ilk adım 1955’te kurulan Türkiye Atom Kurumu olan Türkiye’nin girişimleri sürekli olarak Danıştay kararlarıyla engellendi.
ZİNCİRLERİ SÖKÜP ATAN ADIM
Bu içten içe süreci çürümeye mahkûm eden zincirleri 2010 yılında AK Parti iktidarı kırdı. Ülkenin önündeki setleri bir bir yıkmakta kararlı olan iktidar başbakanı ve hali hazırda Cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren Recep Tayyip Erdoğan meseleyi kesin çözüme bağlamak için Moskova temasını gerçekleştirdi. Bu ziyarette Akkuyu’ya kurulacak nükleer santrali projesini ihalesiz olarak Ruslara yaptırılması kararı verildi. Devletten devlete anlaşma yöntemiyle gerçekleşen mutabakat sonucu Türkiye’yi nükleer güç sahibi ülkeler ligine çıkaracak tarihi imzalar 12 Mayıs 2010’da atıldı. Türk-Rus işbirliği, Mersin Akkuyu’da kurulacak Türkiye’nin ilk nükleer santralinin temelini oluşturdu.
CHP’NİN KARŞI ATAĞI GECİKMEDİ
Türkiye’nin attığı her dev adıma muhalefet etmesiyle malul ana muhalefet partisi CHP, bu sürecin hemen arkasından Meclis’ten onay alan Nükleer santral tasarısına ilk karşı duran cephe oldu. Danıştay’ın aldığı kararların bir benzerini alması umuduyla CHP, yasanı iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Ana muhalefetin bu adımına destek olan bir takım örgütler hemen devreye girerek Türkiye’nin nükleer hamlesini durdurmak için gösteriler düzenledi. Birilerinin kışkırttığı Nükleer karşıtları soluğu Akkuyu’da alarak bölgede sözde bir “direniş” kampı kurdu. Bir tek noktadan düğmeye basılmış gibi hareket eden ana muhalefet ve bu örgütlerin amacı ne olursa olsun bu projenin durdurulmasıydı. Bunun için Çevresel Etki Değerlendirmesi dosyasına yasal itirazlar da yapıldı. Neticede Danıştay her zamanki gibi yürütmeyi durdurma kararı aldı. Anayasa Mahkemesi bu kararı reddetti. CHP, çevre örgütleri, TMMOB ve baro el birliği yaparak kendi platformlarında projenin tam karşısında kökü dışarıda bir muhalif duruş sergiledi. Ülkenin attığı her adıma karşılık aynı duruşu sergileyenler tabir yerinde ise bir “hayır” cephesi kurmaktan geri durmadı.
TARİHİ İŞBİRLİĞİ SÜRECİ TERSİNE ÇEVİRDİ
Yıllarca aynı taktik senaryolarla engellenen Türkiye’ye çekilen “muhalif” operasyonun ülkenin geleceğini hapsettiği kısır döngü tarihi bir işbirliğiyle yıkıldı. Yarım asırdan fazla bir süre boyunca enerji, savunma, iç ve dış siyasette sürekli olarak oyalanan Türkiye ile Rusya’nın bir çok alanda sağladığı mutabakat önümüzdeki bu kronik hastalık tablosunu tuzla buz etti. Son on yılda özellikle Suriye’de yaşanan iç savaşın doğurduğu kriz sonrası geleneksel ittifaklar, küresel düzen içinde köklü değişikliklere uğradı. ABD’nin ta başından beri başta Suriye meselesi olmak üzere daha pek çok alanda Türkiye ile olan işbirliklerini yalanlar üzerine kurduğu anlaşılınca yeni bir süreç başladı.
Spesifik olarak bu sorgulamayı başlatan hadise ise Rus savaş uçağının FETÖ unsurları tarafından düşürülmesi ve akabinde iki ülkeyi savaşa sürükleyebilecek krizlerin ortaya çıkması oldu denebilir. Hem Ankara hem Moskova’nın sinsi planın farkında olmaları, 15 Temmuz sonrası yaşanan bu olayla patlak veren krizin rayından çıkardığı ilişkilerin, kısa sürede normalleşmesini sağladı. İki ülke arasında doğrudan iletişim kanallarının kurulmasına sebep olan süreç sonrası Atlantik cephesinin FETÖ gibi taşeronlar üzerinden Türkiye-Rusya ilişkilerini bozma ısrarını boşa çıkardı. Ki 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden henüz 6 ay geçmemişken düzenlenen Karlov suikastı bu cephenin bu yöndeki ısrarının kanıtı oldu.
HEDEFTEKİ RUSYA VE ENERJİ HESAPLARI
Bu bahsettiğimiz ittifakın diğer tarafında duran Rusya da Atlantik cephesinin nefes aldırmak istemediği bir ülke. Kısa bir süre önce Ankara’ya gelen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin içinde bulunduğu büyük krize rağmen 4. Kez seçim kazandı.
Hatırlanacağı üzere İngiltere ile yaşanan diplomatik krizin belirginleştirdiği ilişkilerdeki gerilim, Batılı ülkelerde görev yapan 150’den fazla Rus diplomatın sınır dışı edilmesiyle zirveye çıkmıştı. St. Petersburg’daki ABD konsolosluğunun kapatılmasıyla Rusya cephesinde tam bir beka tehdidi oluşturulmaya çalışıldı. Batı’nın bir yandan terör örgütleriyle çevrelediği Türkiye’yi kontrol altında tutmaya çalışırken diğer yandan bu tür manevralarıyla Rusya’yı dize getirmenin hesapları içinde oldu.
Üçlü fotoğrafın verdiği mesaj
Böyle bir ortamda Putin’in Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyaretin vermek istediği asıl mesaj ilişkilerin çelik gibi sağlam olduğuydu. Son dönemde bir birine daha da yakınlaşan Türkiye ve Rusya’nın yanında Batı’dan gelen tehditler karşısında Suriye meselesinde işleyen bir sürece dönüştürdükleri Astana’da yer alan İran’ı da saymak gerekiyor. Zira son Astana ve Soçi süreci göz önüne alınarak Ankara Zirvesinde verilen resim Atlantik cephesinin karşısında inşa edilen adeta bir Avrasya birliği resmini gözler önüne serdi. Bu resmin 4 Nisan gibi Batı ittifakının belkemiğini oluşturan NATO’nun kuruluş yıl dönümünde verilmesi büyük anlam taşıyor. Bunun bir tesadüften öte NATO müttefiklerine verilmiş bir mesaj olarak yorumlayabiliriz.
Küresel güçlerin nükleer üzerinden kurduğu denklemi ve Türkiye’nin bu alandaki çabaları tüm bu resmin içinde büyük önem taşıyor.