Analiz-Yorum

İstanbul’da 2. Vatikan kurulacak

Abone Ol

Mustafa Mutlu / Diriliş Postası

Sene 1908. II. Meşrutiyet henüz ilan edilmiş ve sahneye iyice savunmasız hale gelen Osmanlı İmparatorluğu’nun kanını emmeye çalışan yeni örgütler fırlamıştı. Bunların arasında çok önemli ve bugün de halen Türkiye’yi içeriden ciddi şekilde yıpratan bir yapılanma vardı: Konstantinapol Örgütü. Athanasios Suliotis-Nikolayidis tarafından İstanbul’da Atina’nın da yardımıyla kurulan Konstantinapol Örgütü (Organosis Konstantinupoleos), ilk başlarda doğu halklarını uzlaştırma, Yunan ve Türkler’in bir arada yaşamalarına destek çıkma gibi amaçları varken II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Osmanlı düşmanları ile iş tutup devlete ciddi zarar vermişlerdir. Konstantinapol Örgütü’nün ana hedefi bu topraklarda, İstanbul’da yeniden bir Bizans kurmaktır. Her ne kadar inanması güç gibi dursa da bugün Suriçi’ndeki varlıkların yarısı örgüte ait ve yasal olarak hak talep edebilirler. Hatta devletin zayıfladığı bir anda özerklik dâhi ilan edebilirler.

Suliotis, en yakın arkadaşı Dragumis ile İstanbul’a gelmeden önce Makedonya’da bulunmuş ve “Selanik Örgütü”nü kurmuş. Bu örgüt Konstantinapol Örgütü ile beraber hareket etmiştir. Örgüt yeni iktidarlarla uyum sağlayabilmek amacıyla her zaman en uygun kişileri, yazarları, milletvekillerini, din adamlarını ve üst düzey bürokratları yanlarına çekmek için büyük çapa sarf etmiş ve nitekim bazılarını da çekmiştir. Trabzon metropoliti olarak tanınan Hırisanthos Filippidis, Patrikhane arşivinde görevli bulunduğu yıllarda örgüte üye olmuş ve Suliotis ile sonraki yıllarda yakın arkadaşlık ilişkisi kurmuştur.

Filippidis önemli biri çünkü örgütün bugünkü gücüne ulaşmasında, Patrikhane gücünün yanlarına çekilmesinde, Yunan devletini arkalarına almada ana aktördür. Hrisanthos Filippidis Gümülcine doğumlu olup, Heybeliada Ruhban Okulu’nda eğitim görmüş. Pontus meselesinde, patrikhaneden sonra dahildeki teşkilatın başkanıydı. 1919 yılında Paris Barış Konferansı’na Pontus Meselesi’ne dair sunduğu muhtırada, Karadeniz Bölgesi’ndeki Müslümanlar’ın bir kısmının da Rum olduklarını ve esasen bölgede Rum unsurun baskın olduğunu iddia ederek, otonom bir Pontus Devleti kurulması gerektiğini ifade etmiştir. Yunanlılar’ın Anadolu’da bozguna uğramalarının akabinde Yunanistan’a kaçmış, sırasıyla Atina başpiskoposu ve Yunanistan kiliselerinin başı olmuştur.

Dragumis ise daha çok Yunan büyükelçiliğinde zamanını geçirmiş, elçilikteki bürosu örgütün küçük bir arşivi niteliğinde. Bugün o arşiv örgütün Atina’daki merkezinde saklanıyor. Ayrıca Yunan Dışişleri o dönem her ay 1500 frank örgüte yardım ediyordu. Akademisyenler Derneği (Sillogos Ton Epistimonon) ve Rum kadınlardan oluşan bir kulüp, Konstantinapol Örgütü’nün güçlü kollarını oluşturuyordu.

KONSTANTİNAPOL ÖRGÜTÜ

Konstantinapol Örgütü üyelerinin çoğunluğunu işadamları, doktor ve avukatlar oluşturuyor. Buna ek olarak içeride din adamları, gazeteciler, siyasetçiler ve hatta tefeciler bile var. Etnik olaraksa Ermeni ve Rumlar ağırlıklı. Örgüt İstanbul’u çeşitli bölgelere bölmüş. Şehrin içi 30 bölgeye; çevresi, yani Durusu, Çatalca ve Silivri metropolitleri 6 bölgeye ayrılmış. Her bölgenin sorumlu bir lideri olduğu gibi bölgelerde düzenli anket ve araştırma çalışmaları yapılıyor. Aynı zamanda bölge sorumlusu örgüt merkezinden gelen emirleri bölgede uygulatmakla yükümlü.

Örgüt merkezleri olarak Galata, Beyoğlu ve Ayasofya etrafında üç kahvehane, Sirkeci’de bir doktor muayenehanesi ve Galata’da bir mimarlık bürosu kurulmuş. Örgütün merkezi Beyoğlu’nda Citê Syrie (Suriye Pasajı) apartmanında altı odalı bir daire. Daire “Amivea Şirketi” için kiralanmış. Büronun kapıcısı dahi örgüt üyesi. Örgüt üyeleri ne aralarında ne de dışarıya karşı iletişim araçlarını kullanmaktan kaçınıyor. Öyle ki sadece çok gerekli durumlarda, üzerinde çift başlı kartal olan bir mühür ve imza olarak daha küçük boyutta “Z (Zita)” ve “I (Yota)” harfleri kullanılıyor.

Örgüt himayesindeki farklı dernek ve vakıf bu alanda faaliyetlerini hızla sürdürüyor. Örneğin resmi ismiyle Paylaş Kurtul Derneği, bilinen ismiyle Hobbit House, çocuklara “ölümsüzlük çorbası” dağıtıyor. Ölümsüzlük çorbası adı altında çocuklara eski Yunan mitolojisinden Pagan inançlarına kadar kafa karıştırıcı inançlar anlatılıyor -ki ölümsüzlük çorbası da bir pagan inancıdır-. İçeriye yetişkinlerin girmesi de yasak. Yerli ve yabancı basında “çocuk iyilik evi” olarak geniş yer bulan Hobbit House’un örgütün taşeronluğunu yaptığı ortaya çıktı. Lions Kulüp ile ortak hareket eden dernek, Balat bölgesinde Lions Sarıyer ve Etiler şubeleriyle birlikte, fakir ailelere yönelik çalışmalar yürütüyor. Mahalleli, mason kadınların buluşma noktası olan Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu’nun da Hobbit House’u sık sık ziyaret ettiğini söylüyor.

SURİÇİ’Nİ İSTİYORLAR

Suriçi’nde yani tarihi yarımadada Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait 100’lerce dükkân örgütün altındaki vakıflar tarafından kiralanıyor. Kiralama süresinin 49 yıl olması da ekmeklerine yağ sürüyor. Suriçi’ndeki vakıf mallarının %57’si şahıs üzerine kayıtlıyken %7’si kamu kurumlarına, %10’u Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kendisine -ki bunların neredeyse tamamı metruk yapılar-, %26’sının ise tapu malik hanesi açık. Yani tapunun isim yerinde hiçbir şey yazmıyor. Kime ait olduğu belli değil fakat bölgenin yarısı örgütün elinde. 1974 yılında Necmettin Erbakan’ın da baskısıyla Vakıflar Kanunu’ndaki bir değişiklik ile “Azınlıkların tamamı tüzel kişi olarak vasiyet yoluyla da olsa taşınmaz mal edinemeyeceklerdir” ifadesi gelmiş ve azınlıkların vakıflaşarak mülk edinmesinin önüne geçilmiş, örgüte de büyük bir darbe indirilmiştir. 2008 AB uyum süreci yasaları ile örgüt tarafından mülk edinmelerde patlama yaşanıyor çünkü yasada deniliyor ki: “Vakıflar mülk edinebilir, satabilir, kiralayabilir hatta kira gelirlerini beyan ettiklerinde vergiden dahi muaf tutulabilirler.” Ve böylece örgüt dışarıdan gelen desteğin yanında sadece Gökçeada ve Bozcaada’dan yıllık yaklaşık 1 milyon lira gelir sağlıyor. Ve vergisini ödemiyor. Sadece Balat’ta 263 vakıf malı var ve bunların 100 tanesi yabancı vakıflar üzerinden alınmış.

Bölgede yaşayan gariban halk ise dışarı atılıyor. Bir diğer deyişle hane halkını Hristiyanlaştırıyorlar. Ve bu süreklilikle devam ettiğinde ileride çoğunluğu öne sürüp burada 2. bir Vatikan kurmak istedikleri takdirde buna hiçbir şey mâni olamayacak. Suriçi’nin tamamını kapsıyor bu alan ve sürekli güçleniyor. Örgüt iki dönemde güçlü bir şekilde atağa kalkmış: Osmanlı’nın yıkılış sürecinde ve bugün. Yani devletin hassas dönemlerinde. Bugün de içinde bulunduğumuz üstü örtülü savaştan nemalanmaya çalışan bu yapının önünü açan en büyük sorun vakıflar kanunudur. Kanunda büyük bir açık var ve büyük oranda bu yüzden yapılanma gün geçtikçe daha da fazla güçleniyor.

ÖRGÜTÜ KİMLER BESLİYOR

Örgüte destek çıkanlar sadece yeniden Bizans yahut Konstantinapolis kurma hedefindeki hayalperestler değil Fransız mason locasından Norveç’teki ezoterik örgütlere kadar sıkı destekçileri bu oluşumu her anlamda destekliyor. Bugün “Bizans hayalindeki komşu ülkelerimizden birisinin dışişleri bakanlığı” örgüte yıllık 5 milyar dolar destek sağlıyor. Yapıyla Norveç Sophie Ödülleri’nin ciddi bir bağlantısı var. Aynı isimde bir vakıf da bulunuyor. Vakfın Kurucuları ise “Sofi’nin Rüyası” kitabının yazarı Jostein Gaarder ile eşi Siri Dannevig. “Bilim ve Çevre Sempozyumu”nu da düzenleyen vakfın resmî sitesinde şöyle bir hitap söz konusu: “Ekümenik Patrik ve Yeni Roma Konstantinapol’ün Başpiskoposu Bartholomeos hazretleri.” Yeni Roma Konstantinapol’ü neresi? Şüphesiz İstanbul’un kalbinden bahsediyor.

Örgütün sahip olduğu finans kaynakları hafife alınacak cinsten değil. Sadece Fransız Mason Locası vakıflar üzerinden örgüte ciddi para akışı sağlıyor. Peki masonlar neden ikinci bir Vatikan’ın kurulmasını istesinler? Olaylara tek boyuttan bakarsak, tarihi iyi hatırlayamazsak pek bir şey anlayamayız. Mason locasının Konstantinapol örgütüne destek çıkmasının iki sebebi var: Birincisi masonlar -masonlar derken 33. Derece ve üstü yani Gül ve Haç kardeşliğinden bahsediyorum. Türkiye’deki masonlar işin şaka boyutudur- İstanbul’un fethini halen unutabilmiş değiller. İstanbul fethedildi ve bitti olarak görülebilir fakat bugün Fransa’daki localarda “seni geri alacağız Ayasofya” naraları atılır. Ayasofya İstanbul’un kalbidir. İkinci olarak klasik “Müslüman Türkiye düşmanlığı”. Öyle ki bu düşmanlık, FETÖ’den Scientology’e, Skull and Bones’dan Konstantinapol Örgütü’ne, masonlardan Opus Dei’ye, üçlü komisyon’dan Sion Tarikatı’na birçok ulus üstü örgütü bir araya getirmiştir. Suriçindeki kiralamaların yanında örgüt istihbarat faaliyetleri de düzenliyor. Sadece İstanbul’da değil farklı bölgelerde de şubeleri var. Trabzon ve Sivas… Özellikle turist kılığına girip etnik konularda halktan bilgi topluyorlar.

Topkapı Sarayı’nı ve Fatih Camii’ni yıkıp Hipodrom yapmak

Fatih Camii’nin altında malum Bizans Sarayı var. Caminin etrafındaki 8 çınar ağacı bir süre önce kesildi. Topkapı Sarayı’nın altında ise 8 tane büyük kazık olması gerekirken bugün 3 tane var. Yani herhangi bir deprem ya da farklı bir etken sonucunda Topkapı Sarayı’nın yıkılacağını düşünürsek -ki hafif şiddetli bir depremde bile 3 kazık, sarayın çökmesini engelleyemeyecektir- altındaki Bizans kalıntıları çıkacak ve bunlar sahiplenilecektir. Vakıflar ve çevre konuna göre böyle bir durumda yeniden saray dikilemez. Yerine altından çıkan Bizans kalıntıları korunur. Soru şu: O kazıkları kim söktü?

Örgüt Osmanlı’nın yıkılışından bu yana ilk defa bu kadar hızla hedeflerine ilerliyor. Sürekli toplantılar yapıyorlar. 2016 yılında Belgrad’da düzenlenen toplantıların bir sonraki durağı İstanbul. 2021 yılında Ayasofya civarında, büyük ihtimalle Sultan Ahmet Meydanı’nda, Koç Üniversitesi Geç Antik Çağ ve Bizans Araştırmaları Merkezi (GABAM) tarafından ihya edilen Küçükyalı Damatris Bizans Sarayı’nda ve ek olarak İzmir Meryem Ana Kilisesi’nde yapılacak. 2021 yılına kadar ise Ayasofya civarında küçük çaplı bir hipodrom kurulmak isteniyor. İkinci soru ise şu: Bizans’tan kalma eski Hipodrom’un olduğu alanın altı neden boşaltılıyor? Ek olarak “Koruma” Kurulu, Topkapı Sarayı’nı 1. derece arkeolojik sit alanından 3. dereceye neden düşürdü?