Analiz-Yorum

Bir düşmanlık uydurmasyon unsuru olarak “Erdoğancılık”

Abone Ol

Zekiriya İbrahimi

Ve bahsekonu analizin (analiz demeye bin şahit gerek!) muhtevası ancak 2-3 tümce ve bu vesileyle istifra edilen bir ton öfke ile nefret içermektedir. Nefretin ismi “Türkiye ve Erdoğan”dır, kendi analizlerini haklı göstermek için ise tekerlerine çomak sokan nöbetçi suçlu olarak şahsımın ismini zikretmekten de geri kalmamaktalar. Bu tür yazıların seviyesi her ne kadar özel bir ilgiye lâyık olmasa ve aynıları ancak “Dağ fare doğurdu” (çok fazla yaygara koparıp sıradan bir yorum üreten) tarzında yazılar olsalar da, Arnavut kamuoyunun bu Arnavutçuluk kisvesine gizlenip aslında safkan anti – Arnavut ajandası güden ve ancak Arnavut düşmanlarının paralı uşakları olan bu insanları tanımaya hakkı vardır.    

Bir öcü olarak “Erdoğancılık”

“Erdoğancılık” terimini her yerde tırnak içerisinde kullandım, zirâ bu kavram kasıtlı bir tutum ifade etmesi dışında, hiçbir gerçek ideolojik-siyasi içeriği temsil etmediği gibi siyasi bilimlerde ve kamu iletişiminde de hiçbir şey ifade etmemektedir. Ben de yazımda aynı hüviyetle, doğrusu işbu gereksiz düşmanlığı uyduranların nefreti ve kinayesini tasvir eden bir mecaz olarak kullanacağım.

Devam edelim! Öcü, sözlü geleneğe ait bir mitolojik figürdür ve genelde çocukların uyumadıkları zamanlarda korkutulması için kullanılan korkunç bir yaratıktır. Kamuoyunda ve siyasette ise öcü, müellifin “kapı önünde duran ve bizleri yutabilecek bir düşman” hususunda panik havası estirip okurlarını korkutmak için kullandığı korkunç ve tehlikeli bir yaratıktır. Başta Kosova’da olmak üzere kamuoyunda öne çıkan kimi analistler için günümüzde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu tür bir öcüdür. Bu kişilerce Erdoğan’ın ismi, kendisinin Arnavutlar için bir tehlike arz ettiği, Erdoğan’ın bize yönelik yayılmacı planları olduğu, Erdoğan’ın bizlerin asimilasyonunu arzuladığı, ulusumuzu İslâmlaştırmak istediği, bizlerin Avrupa ajandasından beri etmeyi hedeflediği, bizleri başkalaştırmayı arzuladığı v.b. gibi korkuları Arnavutlar arasında salmak için kullanılmaktadır.

Pek tabi ki berrak bir zihinle düşünen insanlar için bunlar çocukları bile kandıramayan masallardır, ancak onlar aynılarını tekrarlamaya devam ediyorlar. Birincisi, Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Arnavut topraklarına yönelik toprak iddiası olduğuna dair tek bir argüman bile yoktur. Dahası, bu ilişkilerin yakın geçmişi, bu toprakların savunulmasına yönelik ihtiyacın hâsıl olduğu durumlarda Arnavutların safında yer alan ülkenin tam da Türkiye olduğunu kanıtlamıştır. Erdoğan’ın Arnavutların asimilasyonunu arzuladığı iddiası da mesnetsizdir, zirâ Arnavutlar 5 asır boyunca Türklerle yaşadı ve asimile olmadı, dahası o zamanlarda kitapları ve okulları yoktu, Arnavut etnik kimliğinin bu denli berraklaştığı şu dönemde ise asimilasyon söz konusu dahi olamaz. İslâmlaştırma ve siyasi ajandalar iddialarının da bir dayanağı yoktur, TİKA’yı suçlayanların durumu ise daha da vahimdir. TİKA kalkınma, eğitim, bilim ve kültür alanında çok önemli projeler gerçekleştirmiştir ve tüm bunların yanında birkaç camiyi de restore etmiştir. Kaldı ki, bu camileri Arnavutlar kendileri restore etmeliydi, sadaka beklememeliydi. Erdoğan’ın bizi Avrupa istikametinden beri etmeyi hedeflediği iftirası da yersizdir, çünkü Türkiye’nin kendisi de bir NATO üyesidir, ayrıca yıllardır AB’ye üyelik için beklemektedir ve bu ajandasından vazgeçmemiştir. Gerçek şudur ki, Türkiye’nin Arnavutlar hususundaki her tutumu açık ve şeffaftır ve bunda tedirgin edici hiçbir unsur bulunmamaktadır. Dolayısıyla Erdoğan’ın “tehlikeli” ve “Arnavut düşmanı” olduğuna ilişkin iddialar artniyetlidir, öcü edebiyatının ötesinde birşey değildir. Lâkin, her halükârda bunun arkasındaki gerçeğin ne olduğu da ayrı bir analizi haketmektedir.

Bir anti – Arnavutçuluk faaliyeti olarak “Erdoğancılık”

Arnavutların Türkiye’yle ilişkileri analiz edildiğinde ortaya bir çelişki çıkmaktadır. Arnavut devletleri Arnavutluk ile Kosova’nın devlet idarecileri ve Makedonyalı Arnavut siyasiler, Arnavutların Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkileri hususunda methiyeler düzmektedir, çünkü bu ülke ve başındaki idarecinin son yıllarda Balkanlarda yaşayan Arnavtlar için sunduğu yardımları hakkaniyetli ve yücelik ile değerlendirmektedirler. Halbuki diğer taraftan bu gazeteciler gece gündüz Türkiye’nin bizler için tehlike arz ettiğine dair felaket tellallığı yapmaktalar. Dahası Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’da yaşayan Arnavutlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk devletinin Arnavutlara sergiledikleri dostluğu ziyadesiyle takdir etmektedir ve bu sebepten dolayı da Erdoğan’ın bu coğrafyadaki ziyaretleri esnasında kendisini sevgiyle karşılamaktalar. Bu gazeteciler ise “kaçın, Erdoğan geliyor!” diyerek havanda su dövmeye devam etmektedir. Arnavut devletleri Türkiye’yle ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la işbirliğini stratejik bir çıkar olarak addetmiş ve Arnavut halkı da kendisine saygı duymuşsa, Erdoğan’a karşı nefret körüklenmesi kime hizmet etmektedir? Arnavutların ve Arnavut devletlerinin Türkiye’yle düşman olması kimin çıkarınadır? Arnavutlar neden Türkiye gibi bir düşmana ihtiyaç duysunlar ki? Bu denli bir dostluğu istemeyen güçler kimlerdir? Kosova’ya karşı sürekli savaşan ve onu engelleyen Sırbistan ve Rusya gibi iki tasdikli Arnavut düşmanı dururken, neden birileri yeni bir düşman oluşturma çabasındadır?

Dilerseniz soruyu biraz daha somutlaştıralım, bu acaba Belgrad’ın bir çıkarı olabilir mi? Sırbistan’la olan düşmanlığın yerini Türkiye düşmanlığı ile değiştirilip, bu şekilde dün Miloşeviç’in ve bugün Vuçiç’in devletinin Nikola Paşiç döneminde (hatırlayalım, o dönemde “Arnavutların medeniyetleştirilmesi göreviyle” her türlü şiddet, yerinden yurdundan edilme, katliamlar ve topraklarımızın gasp edilmesi dünyanın gözü önünde gerekçelendirilmişti)   olduğu gibi “Arnavutların kurtarıcısı” olarak yansıtılma çabaları olabilir mi? Şunu belirtmekte fayda var, medyalarda okuduğumuz üzere Kosova’ya ara sıra Rusya ve Sırbistan’dan çok ciddi paralar aktarılmaktadır ve bu da Rus ile Sırp yanlısı kamuoyu oluşturulması amacıyla gerçekleşmektedir. Ve, tesadüflere inanmak saflıktan başka birşey değildir. Zirâ tam da bu zamanda Kosova’ya bu denli bir büyük düşman üretmekten daha büyük bir anti-Arnavut ajandası olamaz. Ancak Arnavutların ve Arnavut devletlerinin iyiliğini istemeyenler bize daha fazla düşman üretmeyi arzulayabilir ve bununla ulusumuzun kalkınmasını ve refahını engellemiş olurlar. Bunun başka bir açıklaması yok. Bu durum, Sırpların zorla Kosovalıları yerlerinden etmesinden ötürü Kosova’nın boşaldığı zamanlarda Enver Hoca’nın Sırplara “kardeş” dediği, Batılıların ise düşman olduğu döneme benziyor. Öyle ki Sabri Macuni – Novosela “Kosova’nın iki ateş arasındaki direnişi” isimli hatıratında, dönemin Arnavutluğu ve İşçi Partisi’nin üst düzey görevlileriyle görüşmelerinde kendisini en çok etkileyen hususun, Sırplar hakkında kötü konuşmaması gerektiğine dair uyarıların olduğunu belirtmektedir. Enver Hocacılar o dönemde şunu diyordu: “Sırplar bizim savaşta ve cephedeki kardeşlerimizdir. Sırplarla birlikte Alamana karşı savaştık. Bizim düşmanımız, Stalin’e ve komünizme ihanet eden Tito ve işbirlikçileridir”.  

Bir islamofobik tutum olarak “Erdoğancılık”

“Erdoğancılık” islamofobinin eşanlamlısıdır. Tüm radikal Hristiyanlar veya  kafadan çatlak ateistler, ki Avrupa sağı da böyledir, bu çevrelerin Türkiye ve Cumhurbaşkanı’na yönelik öfkesinin sebebi, Türkiye’nin başarısını İslâm’ın yaygınlaşması olarak addetmelerindendir ve onlara göre bu durum medeniyet dışıdır, terörü tetiklemektedir v.b. Bu davranışlarıyla da cehaletlerini kanıtlamaktalar, çünkü İslâm 800 yıl boyunca İspanya’da mevcuttu (yani Hristiyanlığın İskandinavya’ya ulaşmasından önce) ve bu mevcudiyetiyle Avrupa’nın Rönesansına katkı sundu. Dahası bununla fobilerini de açıkça günyüzüne çıkarmaktalar ve bu duygu onlarda nefrete dönüşmüş vaziyettedir. Pek çok Müslüman aşırıcı çevrelerin olduğu aşikârdır, bu durum diğer dinler için de geçerlidir, lâkin bu tür bir düşünceye istinaden katî hükümlerin inşa edilmesi hem cehalet hem kötülüktür.

Arnavut gökkubbesinde de Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik uydurulan nefretin altında da “oradan İslâm gelmektedir ve bu din ulusumuz için tehlikelidir” düşüncesi yatmaktadır. Zavallılar, Arnavutların 5 asırdan fazla bir süre boyunca Müslüman olduklarını ve bunun hiçbir tehlike arz etmediğini, aksine bir katma değer arz ettiğini unutmaktalar. Bir Müslüman din adamı tarafından yönetilen Prizren Birliği’ni veya Rexhep Voka hocanın Aziz Gjergj Fishta’yı alkışladığı ve kucakladığı Manastır Kongresi’ni hatırlayalım. Veya, bir diğer yadsınamaz gerçeğe değinelim: şimdilerde artık bilimsel olarak da kabul edilmektedir ki, Yugoslavya topraklarında kalan Arnavutların milli kimliğini muhafaza eden unsur İslâm’dı, zirâ onları Slavlardan ayıran özellik bu idi. Doğrusu ekseriyeti İslâm dinine mensup olan Müslüman Arnavutlar, milli tarihleri boyunca bu inançlarının da düsturuyla diğer dinlere mensup soydaşlarıyla sevgi ve anlayışa dayalı münasebetler kurduklarınını kanıtlamışlardır. Bu doğrultuda onlarca tarihe iz bırakmış örnekler mevcuttur. Örneğin, Hafız Ali Kraja’nın  Aziz Gjergj Fishta’nın cenaze merasiminde yaptığı tarihi konuşmayı hatırlayalım, bu örnek bizlere farklı dinlere mensup Arnavutlar arasında husumet olmadığı gibi, aksine karşılıklı işbirliği ve saygının mevcudiyetini kanıtlamaktadır. Yine bir diğer ilginç olayı hatırlayalım, ki bu olayı tüm dünya takdir etmiştir.    Milletler Cemiyeti’nin 17.12.1920 tarihinde tertiplediği toplantıda, bir Hintli delege şunları ifade edecekti: “Dünyada hâlen dinler arası savaşlar devam ederken, Arnavutluk’ta Müslümanlar, Katolikler ve Ortodokslar uyum içerisinde yaşıyordu ve nüfusun kahir ekseriyetinin Müslüman olduğu bir ülkenin burada birer Ortodoks ve Katolik temsilcisinin olması da muazzam bir durum”. Üsküp’te de Müslüman Arnavutlar Katoliklere saygı duymuşlardır ve tarih boyunca aralarında hiçbir husumet görüşmemiştir. Gjon Sereçi gibi bir Katoliğin medrese mezunu Azem Morana ile NDSH’de (Arnavutluk Milliyetçi-Demokrat Cemiyeti) omuz omuza mücadele verdiğini hatırlamamız, farklılıkların şehri Üsküp’te dinlerarası hoşgörünün son derece doğal ve olağan olduğunu anlamamıza kâfi olacaktır. Ve, bu vesileyle bu hoşgörü ve anlayış ortamının oluşmasında aslan payının Müslüman Arnavutlara ait olduğunun altını çizmeliyiz. Bunu bir taraftarlık hissiyatıyla söylemiyorum, unutmayalım ki ahalinin ekseriyeti Müslümandı ve bunun ikamesi de onlar tarafından sağlanmıştı. Öyle ki, sadece Facebook’da yaygara koparan ve aslında Müslüman Arnavutların %1’i bile olmayan birkaç cahil aşırıcıdan dolayı ulusun çoğunluğuna kalkıp da çamur atmak, kasıtlı bir eylemden başka birşey değildir. Arnavutlar arasında dinlerarası nefreti körüklemek, ateşe benzin atmakla eşdeğerdir. Bu, islamofobi olduğu gibi aynı zamanda anti-Arnavutçuluktur da. Zirâ sadece dinî doktrin bakımından cahil veya ateist, radikal Hristiyan veya kimilerinin paralı kalemşörü olmandan ötürü Müslüman Arnavutların dinlerini değersizleştirmeye kalkışman, anti – Arnavutçu bir provokasyondur. Arnavutlar yıllar boyunca dinlerarası hoşgörüyü muhafaza etmek için ciddi gayretler sarfetmişlerdir, bu yüzden bunu yıkmaya yeltenen her türlü çaba doğrudan ulusumuzun bağrına saplanan bir hançerden başka birşey değildir. Bu hususta Arnavutluk Başbakanı Edi Rama birkaç gün önce şunları söyledi: “İslamofobik veya Türkofobik ifadeler herşeyden önce bilmemezlikten kaynaklanan cehalet ve küstahlık ifadeleridir. İslâm dinine dil uzatıp islamofobik bir tutum sergilemek, Arnavut kimliğinin önemli bir kökünü ve ulusumuzun mevcudiyetinin kaynağını hedef almak anlamına gelmektedir”.

Geçmişte bu parçalanmaya karşı hem rahipler hem de hocalarca mücadele edilmiştir ve bendeniz her daim Hristiyan ve Müslüman Arnavutların işbirliği içerisinde olmaları için ısrarcı olmuşumdur, çünkü hem aynı milletin çocuklarıdırlar hem de İbrahimi dinlere mensuplar, yani Ehli Kitap’tırlar. Daha öncesinde Dom Viktor Sopi’nin kitaplarının tanıtımı esnasında da ifade ettiğim üzere, ateit ve liberallerin Hristiyan ve Müslüman Arnavutlara hoşgörü konusunda nutuk atması kanatimce aşağılayıcıdır, zirâ Hristiyan ve Müslüman Arnavutlar milli ve mânevi değerleri merkeze alan bir terbiye ile eğitilmişlerdir.

Bir paralı kalemşör algı operasyonu olarak “Erdoğancılık”

Ve, dillerinden düşürmedikleri “Erdoğancılığın” kisvesi düştüğünde, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik savaşın özünde bir anti – Arnavutçuluk ajandası gizlediği gerçeği gün yüzüne çıkmaktadır. Bu durumda doğal olarak Arnavutların bu denli önemli bir müttefikleriyle düşman olmasını kimlerin arzuladığı ve Arnavutlar arasında kardeşin kardeşi öldürmesini kimlerin istediği soruları ortaya çıkmaktadır. Belki komplo teorisi olarak görünebilir, ancak konu bu açıdan ele alındığında, akla ilk gelen mantıklı cevap “Arnavutların düşmanları Sırbistan ve Rusya” oluyor. Arnavutlar arasında kardeşin kardeşi öldürmesi derecesine dek bir parçalanmanın yaşanması ancak Arnavutların düşmanlarının çıkarınadır ve sadece Arnavutların düşmanları Arnavutların dış düşmanlarının sayısının artmasını arzular. Sırp – Rus güçleri yanı sıra, bu nefret diline sponsorluk yapabilecek olan çevreler arasında, elebaşları Fetullah Gülen’in emriyle hareket eden FETÖ örgütünün uzantıları da olabilir. Mâlumu olduğu üzere Türk devleti bunları terör örgütü olarak ilân etmiştir. Ayrıca, ifade özgürlüğü adına Arnavutları demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü v.b. gibi “triplere” sokan kimi öyle denilen liberal güçler de bu sürece destek veriyor olabilir. Sanki Arnavutlar kendi dertlerini halletmiş de bi dünyanın derdini halletmeleri eksik kalmış. Sırbistan’ın her gün bizlerle mücadele ettiği, suçun, yolsuzluğun, uyuşturucu ve yeraltı dünyası faaliyetlerinin ayyuka çıktığı bir ortamda, Orban’ın Macaristan’daki diktatörcü sağını, Türkiye’deki gazetecilerin haklarını veya Avusturya’daki aşırı sağı halledecek olan kimileri ortaya çıkmış. Kinizmin daniskası! Bu, Evner Hoca’nın bir yandan Arnavutları mahfedip, diğer taraftan SSCB, Çin, Venezuela ve Vietnam’da komünizmi kurtarmak için “çaba harcamasına” benziyor.  

Bu perspektiften bakıldığında, başta Kosova’da olmak üzere Balkanlardaki Arnavut medyasında üretilen bu anti – Türk algısının Sırbistan (veya Rusya), FETÖ veya hâlen Noel Baba’ya inanan ve fakat kendi bahçelerinde nelerin olup bittiğini göremeyen kimi Batılı radikal liberaller tarafından pahalı ödenen bir algı operasyonu olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Dahası, ABD’de bile Balkanlara gelip safsatalar satan, Arnavutları Türkiye’yle korkutmaya çalışan, hatta BESA Hareketi’ni bile buna alet eden, bilgileri nereden sağladıkları sorulduğunda ise cevapları “medyalar” olan (buna Üsküp’te şahit olduk) kimi profesörler bile var. Tipik müfteri mantığı: çamur at, izi kalsın!

Bu vesileyle neden kimi gazetecilerin klavyelerinde en çok tıkladıkları ismin “Erdoğan” olduğu, Arnavutların bunca sorunları varken bu isimlerin neden bir kez bile bu sorunlara değinmediği sorusunu da ayrıca sormamız gerekir. Bu isimler hiçbir zaman Vuçiç, Daçiç, Şeşel, Zajednica, Sınır Anlaşması veya Putin için tek bir eleştiri dahi yazmıyorlar, hayret! Ya tüm bu sorunların onların gözünde bir değeri yok ya da birileri onlara bu hususta yazı yazma görevini vermiş, çünkü Kosova müzakerelerinin nihai safhasının yaşandığı şu dönemde Rusya’nın, Çin’in, dahası AB ve özellikle de Almanya’nın sempatisini kazanmış olan Sırbistan, bu dangalakların yapay düşmanlığından istifade ederek Arnavutları Türkiye’yle dostluk hususunda da alt etmeyi arzulamaktadır, bu şekilde Arnavutları olabildiğince fazla düşmana sahip ve eli boş bırakmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla, anti – Türkiye kampanyası bana tesadüf olarak görünmemekte. Tekrar ediyorum: tesadüflere inanmamalıyız. Hâl böyle iken ortaya çıkan fotoğraf şudur: onlar ödendikleri şey için yazıyorlar. Kosovalı bir bayan gazetecinin Türkiye’deki insan hakları için bu denli kendini yırtarcasına naralar atmasının başka bir açıklaması yoktur.

Arnavutlar ve Türkiye müttefiktir

Her hâlükarda, tüm bu yaşananlar arasında güzel haber şu ki, Arnavut devlet idarecileri bu palavracıların etkisinde kalmamakta ve ulusal ile devletsel çıkarlarımızı düşünmektedir. Bu doğrultuda Türkiye’yi, doğal olarak ABD’yle birlikte, Avro – Atlantik entegrasyonlar doğrultusunda bir müttefik olarak addetmekteler. Hem Arnavutlar hem Türkiye bir pro – Avrupa ajandası izlemektedir ve Avrupai perspektif bu iki halkı birbirine bağlayan unsurdur. İkincisi ve daha da önemlisi, Türkiye NATO’nun önemli bir gücüdür. Neredeyse hiç ordusu olmayan, diğer taraftan hesapsızca silahlanmış orduları olan komşuları bulunan bir ulus için Türkiye gibi dost bir ülke – ki şimdiye dek defaatle Arnavutların askeri müttefiki olduğunu da ziyadesiyle kanıtlamıştır – karanlıkta mum gibidir. Canının istediği şekilde ve hoyratça silahlanan bir Sirbistan’ın yanıbaşımızda olduğunu düşünürsek, Arnavutlar ancak NATO’ya üye olmak suretiyle bununla başa çıkabilirler. Diğer taraftan bölgemiz için NATO ABD, Hırvatistan ve Türkiye anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Arnavutların Türkiye’yle işbirliği her şeyden evvel Avro-Atlantik istikamette olmalıdır. Akabinde bölgemizin fevkalade ihtiyacını hissettiği ekonomik kalkınma alanında işbirliği gelir. Ancak sonrasında ise eğitim, kültür, sanat, spor ve Arnavut geleneksel İslâm’ı ile fevkalade uyumlu olan Türk İslâmi düşüncesi v.b. alanlarında işbirliği imkânları gelebilir.   

Akil insanlar dost ve müttefik arar, farklı çevrelerce ödenen paralı kalemşörler ise kendi vazifelerini yapar. Ben, ulus olarak bizlerin olabildiğince fazla müttefike ve olabildiğince az düşmana ihtiyaç duyduğumuza eminim. Bu doğrultuda yolumuza taş koyanlar, çıkarcı paralı kalemşörlerden başkaları değildir.