Analiz-Yorum

15 Temmuz kalkışması ve Mısır’daki askeri darbe

Abone Ol

Askeri darbeyle ilk tanışmam Mısır‘da oldu. 3 Temmuz 2013 akşamı Abdulfettah Sisi canlı yayında darbe bildirisini okurken Kahire uçağına binmek üzere havaalanına gitmekteydim. Kahire’deki Anadolu Ajansı Ortadoğu Bölge Müdürlüğü merkez ofisine Kahire temsilcisi olarak atanmıştım. Hayatında hiç askeri darbeye tanık olmamış, 28 Şubat’ta ise olayı taşradan izleyen biri olarak darbeyle ilk defa Kahire’ye ulaştığım 4 Temmuz gecesi yüzleştim. Kahire’de her sokak başında bir tank, her 3-4 km’de bir kontrol noktası, kasvetli darbe havasını tüm hücrelerinizde hissedeceğiniz, yarım saatlik yolu 3-4 saatte ancak kat edebildiğiniz bir kaos durumu hakimdi.

Darbe ve akabinde, Muhammed Mursi yönetimine görevden el çektirilmesi, hükümetin lağvedilmesi, dönemin cumhurbaşkanı ve bazı bakanlarının aralarında bulunduğu binlerce vatandaşın vatana ihanetten hapishanelere tıkılması, güvenlik güçlerinin uçaklar ve helikopterlerden halka gerçek kurşunla müdahalesi, keskin nişancıların sivilleri hunharca katledişi, kadın, çocuk demeden gerçekleştirilen toplu katliamlar, tutuklanan kadınların ırzına geçme, askeri müdahalede yaralananların hastanelere kabulünün engellenmesi, meydanlarda yaralananların ölüme terk edilmesi, terörist olarak nitelenen darbe karşıtlarının tüm mal varlıklarına el konulması, tutukluların hayvanlara dahi reva görülmeyecek şartlarda bırakılması, darbe karşıtlarının her türlü işkenceye maruz bırakılması gibi, sayılamayacak çok sayıda hak ihlali ve zulme tanıklık ettim.

Şahitlik ettiğim vakalar arasında darbe sonrası tüm engelleme ve tehditlere rağmen Rabia, Nahda ve diğer meydanlarda aylarca süren takdire şayan halk direnişi gibi olumlu, örnek alınacak eylemler de yok değildi. Mısır’daki darbe karşıtı eylemler, başta Müslüman Kardeşler Teşkilatı olmak üzere tüm darbe karşıtı grupların dünyaya barışçıl direnişin nasıl yapılacağını öğrettiği bir okula dönüştü. On binlerce darbe karşıtı başkent merkezine çadır kentler kurdu. Mısır ordusunun geçekleştirdiği katliamlar dışında hiçbir şiddet olayı yaşanmadı.

15 Temmuz askeri darbe girişimi 

Medyada yer alan bazı yorumlarda, Mısır’daki askeri darbeyle 15 Temmuz kalkışması arasında benzeşen noktalara işaret edilmesi, her iki olaya da ilk elden tanıklık etmiş olmam bakımından Mısır’da yaşadıklarımla Türkiye’de şahit olduklarımın mukayesesini yapma fırsatı verdi.

3 Temmuz akşamı Sisi’nin darbe bildirisi okuması, 4 Temmuz gecesi tankların sokağa inmesi ve seçilmiş cumhurbaşkanının gözaltına alınmasıyla devam eden süreçle, 15 Temmuz akşamı ve devamında tanklarla yolları kapatma, TRT yayınında muhtıra okutma, üst düzey komutanları alıkoyma ve cumhurbaşkanına suikast girişimiyle devam eden kalkışma arasındaki bazısı benzer çoğu farklılaşan noktalar şu şekilde özetlenebilir:

Alaşağı edilmek istenen yönetimlerin yapısal farklılığı

Askeri darbeyle görevinden uzaklaştırılan Mursi her ne kadar seçimlerde yüzde 52 oy almış olsa da en iyimser yaklaşımla yüzde 20-25’lik halk desteğine sahipti. Sadece bir yıl görevde kalabildi. Görevde bulunduğu süre zarfında iktisadi, siyasi… hemen her destekten mahrum bırakıldı. Kısacası siyasi tecrübesizliği, seçimle iş başına geldiğinden hareketle muktedir olduğu zannı bir yana, başarısızlığa sürüklenen bir liderdi.

Görevden uzaklaştırıldığı 3 Temmuz’dan aylar önce kamu kurum ve kuruluşları, yargı ve medya gibi çok sayıda alanda kendisine yönelik karşıt kampanyalar başladı. Yeterince halk desteğine sahip olmaması, ordu içinde ve emniyette kendisine destek verecek unsurların bulunmamasından hareketle “İhvancı-vatan haini” yaftasıyla kolaylıkla iktidardan uzaklaştırıldı. Geniş halk kesimleri duyarsızlık, orduya duyulan sempati veya İhvan karşıtlığından Sisi’ye destek verdi ya da olup bitenlere seyirci kaldı.

40 yılı aşkın siyasi tecrübeye sahip, İstanbul Belediye Başkanlığı, AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevlerinde bulunmuş, halihazırda Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan ise yüzde 50’den fazla halk desteğinin yanı sıra, bürokrasiden, iş dünyasından bunlardan da önemlisi ordudan ve emniyetten aldığı destekle Muhammed Mursi’yle kıyaslanamayacak iktidar ve hareket kabiliyetine sahip bir lider.

Bu özelliği sayesinde darbe girişimi sırasında bir televizyon kanalında 3-5 dakikalık bir konuşma yaparak halkı sokağa dökebilecek karizmaya sahip.

Mısır’da Ezher Şeyhliği, verdiği destekle Sisi liderliğindeki askeri darbenin ‘meşruiyet’ iddiasında kritik bir rol üstlenirken Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk andan itibaren darbe teşebbüsünün karşısında durduğu da hatırlanmalı.

Darbecilerin yöntem farklılıkları

Mısır’da ordu ve darbe sürecinde başı çeken Temerrud hareketi denilen Mursi/İhvan karşıtı blok, sadece zor kullanarak değil aylar öncesinden hazırlıklara başlayıp 30 Haziran’da milyonları Tahrir meydanına dökerek askeri darbeyi belirli ölçüde halktan da destek alarak gerçekleştirdi. Mısır ordusuyla emniyet ve istihbarat kurumları arasında da bu hususta bir ihtilaf vuku bulmadı. Bu nedenle Mursi yönetimi kolaylıkla yönetimden uzaklaştırıldı. Darbe yönetimi, Mursi dahil başbakan, bakanlar ve İhvan yetkililerini doğrudan hedef alıp tasfiye etmek yerine, başlıca bir yöntem olarak bu kadroları gözaltına almayı ve akabinde çok sayıda davayla ilişkilendirilerek tutuklu yargılamayı tercih etti.

Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimi ise somut anlamda sinyal vermeksizin sürpriz şekilde gelişti. Hiçbir halk desteği almadan zor kullanarak iktidar alaşağı edilmek istendi. Ordu içinde ittifak sağlanmış değildi. Emniyet ve istihbaratla -bazı paralel yapı mensubu şüphelisi memurlar hariç tutulursa- darbe müteşebbisleri hiçbir anlaşma içinde değillerdi. Girişim muhalif partiler, iş dünyası ve en önemlisi halktan hiçbir destek bulamadı. Sadece zor kullanarak yönetime el koymak istendi.

15 Temmuz darbe girişimini tertipleyenler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gözaltına almak yerine suikast düzenleyerek ailesiyle birlikte öldürmeye kalkıştı. Halk, kalkışmanın farkına vardığı ilk andan itibaren darbeye karşı sokaklara dökülüp tankların üzerine yürüdü. Mısır’dakinin aksine sokaklarda sadece darbe karşıtları vardı. Ordu ve emniyet birimleri anayasal düzenden yana tavır alarak darbe girişimcilerini etkisiz hale getirmek için operasyonlar düzenledi.

Mısır’da ordunun hemen her birimi, emniyeti ve istihbaratıyla ortak hareket ederken, Türkiye’de darbe girişiminin baş aktörleri arasında daha çok Jandarma ve Hava Kuvvetlerinde görevli subaylar rol aldı. Mısır’da helikopterler havalandı ancak destekçilerine moral vermek ve karşıtlarına korku salmak için. Helikopterlerden en azından ilk günlerde sadece propaganda amaçlı bildiriler atıldı. Ancak Türkiye’de üslerden kalkan savaş uçakları ve helikopterlerle TBMM, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Gölbaşı Özel Hareket Eğitim Merkezi gibi devletin stratejik merkezleri bombalandı. Halk uçaksavar mermilerinin hedefi oldu. İki yüzden fazla insan hayatını kaybetti.

Medyanın darbe girişimi karşısındaki tavrı 

Mursi yönetimi, taraflı ve belirli bir ideoloji doğrultusunda yayın yapan medyanın, farklı görüşlere de alan açacak şekilde çeşitlendirilmesinde kayda değer bir başarı gösteremedi. Bu, görev süresinin kısalığı veya medyanın bu süreçlerdeki kritik rolünü yeterince idrak edememekten kaynaklanmış olabilir. Mursi’nin görevden uzaklaştırıldığı 3 Temmuz’dan aylar önce Mısır medyasında kendisi ve ekibine yönelik karşıt kampanya zaten başlamıştı.

Mısır medyasının işaret edilen durumu nedeniyle 3 Temmuz darbesinde Mursi yönetimini, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek haber siteleri ve bireylerin sosyal medya hesapları dışında hiçbir yazılı-görsel basın kuruluşu desteklemedi. Mursi yönetimini hedef alan darbeye uluslararası basın kayıtsız kaldı, hatta darbecilerden yana tavır aldı. Anadolu Ajansı ve El-Cezire dışında hiçbir uluslararası haber kuruluşu darbe karşıtı eylemler ve hak ihlallerini dünyaya duyurma sorumluluğunu yerine getirmedi.

Türkiye’de ise darbe girişimine karşı muhalif medya dahil hemen hemen tüm medya kuruluşlarının tam desteğini almayı başaran bir iktidar mevcuttu. Parti yapılanmasının halkı organize etme kabiliyeti, Cumhurbaşkanının bir canlı yayın bağlantısıyla halkı sokağa dökebilecek liderliği ve muhalif partilerinin darbe karşıtlığındaki ortak tavrı, kalkışmanın başarısızlığa uğramasındaki en önemli etkenler arasında yer aldı.

Önde gelen televizyon kanallarının yayınlarına devam edebilmesi, Anadolu Ajansı’nın görevini aksatacak bir müdahaleye maruz kalmaması darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasında hayati rol oynadı. AA, darbe teşebbüsünün daha ilk saatlerinden itibaren gelişmeleri Türkçe’nin yanı sıra 10 yabancı dilde dünyaya duyurarak dezenformasyonu da büyük ölçüde engelledi. Zira aynı saatlerde Mısır’ın Sisi yanlısı televizyon kanalları bayram havasında Türkiye’deki “askeri darbe”yi kutlamakla meşguldü. BAE merkezli Sky News Arabiya kanalı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı taşıyan uçağın Atatürk havalimanına inemediğini ileri sürerek rotasını Almanya’ya çevirdiğini duyurdu. Suudi Arabistan’ın El-Arabiyye televizyonu ise gece yarısına kadar Türk ordusunun ülkede yönetime el koyduğunu öne süren yayınlar yaptı.

Darbe teşebbüsü ve hedef alınan iktidarın sonu

Mısır’da askeri darbe başarılı oldu. Daha ilk günden halkın çoğunluğu tarafından desteklendi veya görmezden gelindi. Mursi yönetiminin farklı kademelerinde görevli Müslüman Kardeşler Teşkilatı üyeleri ya da bir şekilde sakıncalı bulunan kişiler kitleler halinde tutuklanarak hapishanelere gönderildi.

Meydanlarda karşıt gösteri yapanlara gerçek kurşunla müdahale edildi. Farklı tarih ve mekanlarda yapılan müdahalelerde binlerce darbe karşıtı hayatını kaybetti. Farklı siyasi tercihlere sahip on binlerce kişi tutuklandı veya ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı. Çok süre geçmeden 25 Ocak devrimi akabinde iktidardan uzaklaştırılan Mübarek yönetimine yakın ordu, emniyet, istihbarat gibi kurumların mensupları görevlerine iade edildi. Sakıncalı görülen her kademeden kamu görevlisinin işine son verildi. Siviller askeri mahkemelerde yargılanmaya başlandı.

Türkiye’de ise askeri darbe girişimi akamete uğradı. Kalkışmanın daha ilk saatlerinde halk sokağa döküldü. Cumhurbaşkanı, başbakan, ordu komutanları ve bakanlar rahatlıkla basına açıklama yapabildi. Medya, Cumhurbaşkanı ve hükümete tam destek verdi. Darbe püskürtüldü. FETÖ mensubu ve diğer binlerce darbe müteşebbisi gözaltına alındı, bir kısmı etkisiz hale getirildi. FETÖ yapılanmasına yönelik operasyonlar ordu mensuplarıyla sınırlı kalmadı.

Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, askeri yargı, emniyet müdürlükleri, üniversiteler, Diyanet, MİT, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı personeli ve mülki amirlere kadar geniş bir yelpazeye yayıldı. Binlerce kamu görevlisi görevden alındı. FETÖ’ye yakın tüm radyo ve televizyon kanallarının lisansları RTÜK tarafından iptal edildi. Operasyonun genişletilerek daha kapsamlı devam edeceği duyuruldu. İdam cezası hükümet ve muhalefetin ana gündem maddeleri arasına girdi.

Darbe girişiminde dış desteğin rolü

Mısır’daki askeri darbe müteşebbisleri, komplo teorilerine mahal bırakmayacak açıklıkta Körfez ülkelerinin çoğunluğu, İsrail ve Ürdün gibi ülkelerin desteğine sahipti. Bu yüzden darbe sonrası İhvan karşıtlığının özellikle Suudi Arabistan ve BAE’nde bölgesel politikaya dönüşmesi tesadüfi değildi.

Katar ve Türkiye istisna edilecek olursa BM, AB, ABD ve genel olarak Batı, daha ilk günden Sisi yönetimini kabullenir açıklamalar yaptı. Sisi yönetimi ekonomik darboğazdan çıkmak için Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden milyarlarca dolar yardım aldı. Askeri yönetim, günden güne iktidarını perçinleyerek ortaya koyduğu yol haritası çerçevesinde göstermelik de olsa cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri tertip etti. 25 Ocak devrimi öncesi en güçlü muhalif grup olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı siyasi arenada tamamen saf dışı bıraktı. Mısır bir yıllık sivil yönetimin ardından tekrar asker tarafından yönetilmeye başlandı.

Türkiye’de cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri darbe girişiminin arkasında ABD’de ikamet eden Fethullah Gülen ve FETÖ örgütü olduğunu açıkladı. Ancak tutuklanan çok sayıda üst rütbeli subaya bakıldığında meselenin FETÖ’yle sınırlı olmadığı anlaşılıyor. Zira İncirlik askeri üssünde birtakım tedbirlerin alınması, üsteki en yüksek rütbeli TSK komutanının gözaltına alınması, meselede ABD’nin rolü olup olmadığı sorularını akla getirdi.

Çalışma Bakanı Süleyman Soylu açıkça askeri darbe teşebbüsünün arkasında ABD’nin olduğunu açıkladı. Bu yaklaşım hükümet tarafından teyit edilmese de ABD’li yetkililerin ve Dışişleri Bakanlığının, darbe esnasında net ve kararlı bir tavır almamaları, kalkışmanın dış bağlantılarına dair soru işaretlerinin artmasına neden oldu.

OHAL kararı

Mısır’da belirli oranda halk desteğini arkasına alan ordu, ülkede aylarca devam edecek sıkıyönetim kanununu uygulamaya koydu. Abdulfettah Sisi, İhvan yapılanmasına mensup veya ilgili olduğu düşünülen aralarında Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanların da bulunduğu üst düzey yönetici, iş adamı, akademisyenler ve yargı mensuplarına yönelik gözaltı, tutuklama, yurtdışına çıkış yasağı, görevden uzaklaştırma, menkul ve gayri menkul varlıklara el konulması gibi tedbirleri devreye soktu.

Zanlılar vatana ihanet, casusluk ve devlet içinde paralel yapılanmaya gitmek gibi suçlardan yargılanmaya başladı. Sıkıyönetim kanunu çerçevesinde aylarca akşamın ilk saatlerinden sabaha değin sokağa çıkma yasağı uygulandı. Güvenlik, yönetimi meşgul eden en mühim soruna dönüştü. Ülkede ekonomi durma noktasına geldi. Sisi yönetimi “Yaşasın Mısır” isimli banka fonu oluşturarak halktan finansal destek talep etti. Turizm gelirleri neredeyse sıfıra indi. Ekonomik darboğazdan geçen Mısır, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ın finansal desteğiyle ayakta durabilecek duruma geldi.

Türkiye’de darbe girişiminin başarısız olmasının akabinde sıkıyönetimden farklı olarak Olağanüstü Hal Kanunu yürürlüğe girdi. Sürecin vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine herhangi bir kısıtlama getirmeyeceği, ekonomideki işleyişe de olumsuz bir yansımasının olmayacağının teminatı verildi.

FETÖ yapılanmasının devlet kademelerinden temizlenmesi için hızlı ve kalıcı çözümler üretmeyi hedefleyen OHAL uygulamasında valilere geniş yetkiler tanınıyor. Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabiliyor. Buna mukabil Mısır’da sıkıyönetimle birlikte tüm toplumun temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayarak, ekonomiyi durma noktasına getirecek politikalara imza atıldı. Türkiye’de devlet içinde FETÖ mensuplarının tasfiye sürecini hızlandırma amacıyla ilan edilen olağanüstü halin, bu niteliğiyle toplumsal yaşama ve ekonomiye olumsuz yansımasının sınırlı olması bekleniyor.

Askeri darbe planı ve istihbarat zaafı

Mısır’da aylar öncesinde Mursi yönetimi karşıtı kampanya başlamış, 1 Temmuz’da Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın genel merkezi yağmalanmış ve sokağa dökülen halk Mursi’yi istifaya çağırmıştı. Mısır ordusu, yönetime el koymadan 48 saat önce açıkça darbe yapacağını ihsas ettirmiş ve 3 Temmuz’da Sisi tarafından okunan bildiriyle yönetime el koymuştu. Tabir caizse Mısır’da darbe “geliyorum” demişti. Ordu, emniyet ve istihbarat el ele vererek halktan bir kesimin de desteğiyle askeri darbeyi gerçekleştirmişti.

Türkiye’de ise TSK içinde uzun yıllar gizlenmeyi başarmış bir grup asker beklenmedik bir an da yönetime el koyma girişiminde bulundu. Kalkışma, büyük çoğunluk için “sürpriz” şekilde gerçekleşti. MİT’in 15 Temmuz saat 16:00’da Genelkurmay Başkanlığı’nı konuyla ilgili bilgilendirdiği açıklandı. Ancak Cumhurbaşkanı’nın el-Cezire televizyonunda darbe girişimi haberini eniştesinden aldığını ifade etmesi ve istihbarat zaafına işaret etmesi akıllarda birçok soru işareti belirmesine neden oldu.

– Taban tabana zıt “Paralel” yapılanma nitelemesi:

Mısır’da seçimle iş başına gelen Mursi ve ekibi ordu tarafından “paralel devlet yapılanması” olarak nitelendirilerek çeşitli suçlamalarla hedef alındı. Mursi’nin görev süresi sadece bir yıl sürdü. Mursi yönetimi, casusluk, göstericilerin öldürülmesi, yargıya hakaret, İhvan üyelerini devlet kademelerine sızdırma ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı Rehberlik Konseyi’nden emir almak gibi suçlamalara maruz kaldı.

Türkiye’de ise bu isimlendirme, ordu ve devletin muhtelif organlarında onlarca yıldır kamufle olmuş ve seçimle iş başına gelen yönetimi illegal yollarla alaşağı etmeye yeltenen Fethullah Gülen cemaat yapılanması için kullanıldı. FETÖ’nün 17-25 Aralık’ta emniyet ve yargı yapılanması, 15 Temmuz’da ise TSK yapılanması AK Parti hükümetini devirme girişiminde bulundu.

Halk-ordu ilişkisi: 

Mısır, parlamenter sistem uygulanmakla birlikte askeri yönetimin hüküm sürdüğü bir devlet geleneğine sahip. Cemal Abdunnasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek ve son olarak Abdulfettah Sisi, Mısır ordusunda subaylıktan devlet başkanlığına gelmiş isimler. Bunun tek istisnası bir yıllık seçilmiş ilk sivil Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi dönemi.

Son askeri darbede özellikle İhvan mensupları hedef alındı. İhvan, kurucusu Hasan el-Benna’nın suikast sonucu hayatını kaybettiği, mensuplarının farklı dönemlerde güvenlik güçleri tarafından hapishane, işkence ve her türlü zorbalığa maruz bırakıldığı bir hareket. Bu nedenle Mısır askeri ve emniyeti darbe yönetimini müdafaa etmek için muhalif gruplara yönelik katliamlara kalkıştığında bu davranış halkta şok etkisi yaratmadı. Bir hayal kırıklığı da söz konusu değildi. Zira Mısır halkı, her ne kadar ordusuna kutsama derecesinde sempati duysa da yakın tarihte sivillere yönelik benzeri tasarruflara şahit olduğundan bu kendilerini askerden emin kılacak düzeyde değildi.

Türkiye’de de halkın Mısır’dakine benzer hissiyatla orduya derin bağlılığı olduğu vakıa. Türkiye’de geniş halk kesimleri, TSK ve emniyet personelini halkın bir parçası olarak telakki eder ve bu yüzden güvenlik güçlerinden gelecek bir zararı ihtimal dahilinde dahi görmez. Nitekim darbelere tanıklık etmiş Türkiye yakın tarihinde, TSK personelinin hava, kara ve denizden ayırt etmeksizin sivil halka ve devlete ait kurumlara saldırılar düzenlendiği vaki değildir.

Bu nedenle savaş uçaklarının alçak uçuş yapması ve ülkenin farklı bölgelerinde bombalı saldırılar düzenlemesi, helikopterlerden uçak savar mermileriyle sivil halka ateş açılması, TBMM, emniyet ve özel harekat merkezinin bombalanması şok etkisi yarattı, vatandaşlarda derin bir travmaya yol açtı. Zira her kesimden halk, askerleri konuşarak ikna edecek kadar yakın hissettiğinden hiçbir karşı hazırlık yapma ihtiyacı hissetmeden tankların, silahların üzerine yürüdü ve fakat açılan ateş sonucu çok sayıda masum hayatını kaybetti.

Mısır’da ordu İhvan yanlısı ve ona yakın telakki ettiği kesimlere yönelik katliamlara imza atarken, Türkiye’de siyasi yönelimleri farklı çok sayıda insan saldırılarda yaşamını yitirdi. Türkiye’de her kesimden halk askere ‘dur’ dedi, Mısır’da ise darbe karşıtı gösteriler toplumun sınırlı bir kesiminde yankı bulabildi. Mısır’da askeri darbenin başarılı olmasının başlıca nedenlerinden biri budur.

Özetle Türkiye’yle Mısır’da yaşananlar arasındaki benzerlik her ikisinde de seçilmiş hükümete yönelik askeri darbe girişiminin varlığıdır. En bariz farklılık ise bunun Türkiye’de akamete uğratılmasıdır. Her ikisinde de rakamlar farklı olmakla birlikte masum halk katledilmiş, silahlı kuvvetler mensubu bir grup asker masum halkın kanını akıtmıştır.

Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkililerinin ifade ettiği üzere Türkiye’de tehlike henüz geçmiş değil. Hükümet halka meydanları boş bırakmayın çağrısı yapmaya devam ediyor. Darbe girişiminin başarısızlığa uğraması ve akabinde çeşitli kurumlarda 50 binden fazla personel görevden uzaklaştırıldı. Önümüzdeki süreçte görevden almaların farklı kurumlara yayılacağı görülüyor.

Son olarak Mısır’daki darbenin toplumda keskin bir ayrışmaya neden olmasına karşın Türkiye’deki kalkışmanın, farklı siyasi yönelimlere sahip halk kesimlerini aynı safta birleştirmesi de vurgulanması gereken diğer bir husus.

KAHİRE – Orhan Güvel – AA