Nurettin Topçu’nun ilk baskısı 1961’de yayınlanan “Yarınki Türkiye” kitabı ile…
Üstad Necip Fazıl’ın tek başına bir ordu gibi mücadele ederek yayınladığı (1936) ülkemizin en demokrat fikir ve edebiyat dergisi Ağaç’ın ikinci sayısında çıkan “Allahsız Dünya” başlıklı yazılarını yeniden okumayı deneyelim.
Tarihin yapılan mı yoksa yazılan bir ‘şey’ mi olduğunu ondan sonra yeniden tartışmaya başlayalım.
15 Temmuz vahşetinin ikinci yılında ortaya çıkan fotoğrafa baktığımızda tarihin yeniden yazıldığına bir kere daha iman ettik. Bu milletin en dar zamanlarda yatağından çıkan tarih nehrini nasıl eşsiz bir iradeyle yoluna yeniden döndürdüğünü şimdilerde daha iyi idrak etmeye başladık.
Bu çok büyük bir şeydir.
Tarihin kırılma noktalarındaki tecrübelerle kıyaslandığında ne kadar büyük bir hadise olduğunu bir kere daha anlıyoruz.
Üstad henüz otuzlu yaşlarda… Sözü edilen yazısında bugünün telakkisi içinde dahi söylenmesi güç bir meseleye dikkat çekiyor.
İnsanlığın sıkıldığından söz ediyor. İnsan ‘ruhunun bütün nizamı’nın çöktüğüne dikkat çekiyor: “Müzisyenin kulağına, eski vecdin yerine, saralı kadın çığlıkları ve Afrikalı vahşi tepinmeleri geliyor. Ressamın gözüne, eski ahenkli yüzler yerine, yedi başlı zebaniler ve kemik hastalıkları kliniğinden hilkat galatları görünüyor. Mimar, gökyüzüne bağırsak gibi şeyler çekiyor. Şairin şiiri, daha içini okumadan, uzaktan bakıldığı vakit kocakarı ağzı gibi yıkık dökük. Üstünde oturduğumuz eşya, taş devri aletleriyle yontulmuş, işsizlik, ümitsizlik ve bedbinlik teneşirleri…”
Zamanın en ince çizgisine dokunan filozofun ormanlarda gezdiğini söylüyor ve altını çizerek haykırıyor: “Artık anlıyoruz. Allah dünyamızdan çekilmiştir.Bu Allah ilmihal kitaplarındaki Allah değildir. Bu Allah basit ve tabiinin üstünde alem sezen bir ‘fevkalâde’, bir ‘merveilleux’ telakkisidir. Bu Allah kaz kümeslerine sığmayan üstün ruhun istikbale ve maveraya iştiyakıdır.Dünya ilk defa olarak Allahsızdır. Artık ne ‘harikulade’telakkisi ne bir sonsuzluk duygusu ne de gizlilik idraki, ne de bir istikbal iştiyakı…”
Bitiriyor: “Ve işte sıkılıyoruz, sıkılıyoruz. Günün en ince çizgisi bu. Rahatsızız. Mahduda sığamıyoruz, hudutsuzu dolduramıyoruz.Bu hal, her vasfı ihmâl edilen ruhun göze görünmez bir planda, kâinat kadar büyük şahsiyetini teklif edişinden geliyor.Perişan ruhumuzu düzene sokacak iman! Dâvamız seninle!”
15 Temmuz’u kazıdıkça altından çıkan sır işte bu imandır!
Yarınki Türkiye’yi de bu sırrı kuşanmış erler, alpler, erenler, alp-erenler kuracak.
Çünkü “Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemiyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir.”
Yoksa işimiz zor.
Hatta çok zor…
Düşman pusuda kılıcını bileylemekle meşgul. Kılıcına su verenler diyetten vazgeçmedi.
O yüzden bugünün tarihini yazanlar Yarınki Türkiye’yi çok rahatlıkla kurabilir. Onlar, Topçu’nun da belirttiği gibi “muhtelifsîmâda insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus Yavuz’la birleşecek, Sinan Âkif’e uzanacak, Ebu Hanife Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir. Ve onların eseri olan yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh!”
Öyle ise…
Yarınki Türkiye’nin temeli çoktan atıldı. Şimdi o yüce ruhlar bu temelüzerinde ince işçilikleçalışacak. Bu medeniyeti daha yükseğe taşıma cehdi, cesareti, azmi ve kararlılığıyla…
Buna talip olmalıyız.
Başkaca da çıkış yolumuz yok…