Recep Tayyip Erdoğan; kolay kolay hiç kimsenin cesaret edemeyeceği, dokunulmaz bir alan hâline getirilen Türk/Kürt sorununa her türlü riski göze alarak el atmıştır. Adına ‘’Çözüm Süreci’’ denen süreci başlatmış ve kararlılıkla uygulamaya çalışmıştır. Bütün kumpaslara, fitnelere, algı operasyonlarına rağmen bu süreç -kısmen de olsa- başarıyla sürdürülmüştür. Ancak sürecin çetrefilli olması, birden çok tarafının bulunması, yanlış muhataplar seçilmesi vb. sorunlar yüzünden süreç istenildiği gibi yürümemiştir. Bu süreçte yaşananlar ve son seçim göstermiştir ki bu süreç, daha farklı dinamikler etrafında yürütülmelidir. Öncelikle sürecin bir tarafı olan HDPKK, bu süreçte tek muhatap olarak alınmamalı hatta mümkünse muhatap olmaktan çıkarılmalıdır. Çünkü HDPKK, bu süreci zehirlemekte ve kendi çizgisine uymayan hiçbir Kürt vatandaşımıza yaşam hakkı tanımamaktadır. HDPKK, bu süreçte iyice arsızlaşıp şımarmıştır. HDPKK ve onlara destek veren azgın azınlık, son seçimde sürekli provoke ettikleri bu sürecin kaymağını yemiştir. Sürecin zahmetini, çilesini çeken Ak Parti ise seçimlerden zararlı çıkmıştır.

Yapılan algı operasyonları sonucunda devlet ile ilgili kaygılar, kuşkular, korkular Ak Parti’ye karşı belli şüphelerin oluşmasına; yaşanan bazı olaylar ise devletin zafiyet içinde gibi algılanmasına sebep olmuştur. Bu da milliyetçilik duyguları yüksek belli bir kesimin Ak Parti ile arasına mesafe koyması sonucunu doğurmuştur. Bu kesimin kaygıları tamamen yersiz değildir, bu kaygılar giderilmeli ve süreç daha dikkatli yürütülmelidir.

Aynı şekilde Doğu bölgemizdeki devletine bağlı, dindar Kürt vatandaşlarımız da süreç yürütülürken yapılan bazı yanlışlar sonucunda Ak Parti ile arasına mesafe koymuştur. Bu yanlışlardan birincisi, seçilen yanlış muhataplardır. Tek temsilci olarak HDPKK çizgisinin seçilmiş olmasıdır. Hâlbuki onlardan önce kendini bu ülkeye ait hisseden ve devletine bağlı dindar Kürt vatandaşlarımızın ve kanaat önderlerinin muhatap alınması gerekirdi. İkinci hata ise Doğu bölgesindeki vatandaşlarımızın kendini güvende hissetmesini sağlayacak tedbirlerin alın/a/mamış olmasıdır. Devlet, kendine karşı yapılan kalkışmalarda -Cizre’de yaşanan olaylar, PKK’nın yolları kapatabilmesi, devlet görevlilerini evinde ağırlayan muhtarın öldürülmesi vb. olaylarda- gerekli ve etkili müdahaleleri yap/a/mamış, bu da o bölge insanının devlete olan güvenini sarsmıştır.

Bunların sonucunda da Ak Parti, hem Türk milliyetçilerinin hem de dindar Kürt vatandaşlarımızın kendinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Hükûmet, bir taraftan çözüm sürecini devam ettirirken bir taraftan da devlete karşı olan kalkışmalarda bu kalkışmayı yapanları, bölgedeki vatandaşlarımızı tehdit edenleri, yaptığına pişman etmeli ve vatandaşımıza da devletin her şeye hâkim olduğu güvenini vermelidir. Böylece hem ‘’Çözüm Süreci’’ni “Çözülme Süreci’’ olarak lanse edenleri susturmuş hem de Doğu’daki vatandaşlarımızın HDPKK zulmünden ve korkusundan emin olmasını sağlamış olur. Ak Parti, bunu başardığında ve sandık güvenliğini sağladığında hiçbir ekstra çalışma yapmasa da %50’lere varan oyu çok rahat alacaktır.