Hafta içinde 26. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘flood’ tweetleri “ahde vefayı” bir kez daha gündeme getirdi. Bakın aklıma ne geldi.

* * *

At rüzgârla yarışırken genç adam kulağına eğildi, “Ne dersin” dedi, “Biraz soluklansak mı?”

Asil hayvan yavaşlayınca rüzgâra bıraktığı yeleleri boyunda titreşti, sonra sabitlendi. Ayakları yere değen genç adam atının boynuna sarıldı. Kendi üzerindeki pelerini çıkarıp atın sırtına yayarken, yine kulağına “Çok terlemişsin” diye fısıldadı.

Sevildiğini bilen at, burnunu sahibinin eline değdirdi, derin derin kokusunu içine çekti.

* * *

Kalem gibi incecik dört ayak üzerinde dengeli gövdesi, ölçülü boynu, heybetli kafası ve kır rengiyle muhteşem bir safkandı. Açık alnı, hareketli kulakları, gurur dolu büyük gözleri, ince ve uzun boynu, ipek gibi yumuşak ve parlak yeleleri, düz karnı, ahenkli sağrıları, gür ve kalkık kuyruğuyla safkan soyunun ‘Güzellik Kraliçesi Yarışması’ndan birinci çıkmış gibiydi…

* * *

Doğduğunda ayakta duramayan bir tay olarak bakımını üstlenen genç adam, adeta üzerine titrerdi. O gün yaşlı seyis, “Emsalsiz bir at olmasını istersen, ona güzel şeyler söyle; sevildiğini bilir, laftan anlarlar” demişti.

Bunları hatırlayan genç adam, ak akıtmalı alnını okşarken; “Biliyor musun” dedi, “Mükemmel bir küheylan olacak, çok can yakacaksın.” Ardından irice bir şekerle ödüllendirdi onu. Peşi sıra yeşilliğe doğru bıraktı. Kendisi de soluklanmak için bir köşeye çekildi. Belki yorgunluktan veya sıcaktan genç adam uykuya yenik düşünce; bu arada yandaki bağların çitini kolayca aşan at ekşi yaprakları, bal gibi salkımları hapur küpür yemeye başladı.

* * *

Daha uykuya dalmaya fırsat bulamayan genç adam, hiddetli bir gürültü ile uyandı. Bahçe sahibi bağırıp çağırarak atına taş yağdırıyordu. Daima sevilip okşanmış hayvan, şiddete yabancı şaşkın şaşkın sağa sola kaçışıyordu.

Bağ sahibi irice bir taşı soylu atın tam alnına isabet ettirdi. “Kır asalet” boşluğa basmış gibi sallandı, gözleri karardı ve adeta zemin nallarının altından kaydı. Genç, çılgına dönüp koştu ama ne fayda…

Kır at yere inerken genç adam ayağa fırladı; “Üç beş salkım üzüm için değer miydi” diyerek öfkeyle yerden aldığı taşı ihtiyarın kafasına savurdu.

Öykü şu acıklı son ile biter; küçük bir dünyalık için iki ölü; bir yanda ihtiyar adam diğer yanda at cansız yatmaktadır.

* * *

Mahkeme kuruldu, duruşma başladı ve elbette genç adamın idam kararıyla bitti.

Genç, hâkime son bir talepte bulundu:

“Bir miktar param var; kardeşlerime pay edeyim, annemin elini öpeyim, helalleşeyim, sonra dönerim.” 

“Üç gün süre” talebi için hâkim, “Benim yerimde olsan, sen izin verir miydin” diye sorunca; genç adam, “Bilmiyorum, bir yolu yok mu acaba” diye ısrar etti. Hâkim cevaben, “Var” dedi; “Biri eğer senin yerine kefil olursa.”

Genç adam boynunu bükerek, “Buraların yabancısıyım” diye anlaşılmayı diledi. Merhamet isteyen bir ses tonu ile ekledi: “Beni kimse tanımaz ki.”

“O zaman yapabileceğim bir şey yok” dedi hakim.

Genç adamın omuzları düştü. Ümitsizce etrafına bakıp davayı izleyenleri tek tek süzen sanık, “İşte bu adam” diye seslendi, “Bu adam beni kırmaz!”

Söz konusu “Bu adam” ise pehlivan gibi kalıplı yapısına rağmen; kendi halinde bir garipti.

Hâkim usulen sordu: “Bu gence kefil olur musun?”

Cevap oldukça sarih geldi: “Evet!”

Kalabalık donup kaldı. Hâkim soruyu tekrarladı. “Anlamadın herhalde. Delikanlı dönmezse, sen öleceksin.”

Ürküten iri görüntüsü ile adam, “Biliyorum. Kabul ettim” diye kararlı konuştu.

Genç adam, teşekkür edip arkasında bakmadan uzaklaştı. Kalabalık anlam veremedi; “Canına mı susadın sen adam, bu serseri bir daha dönmez” diyerek.

Bir gün, iki gün, derken üçüncü gün bitti, gelen giden yok. Artık mühlet dolarken; etraftakiler kefil olan kişiye dönerek, “Gördün mü bak” deyip tepki gösterdi: “Gelmedi işte… Hem niye gelsin ki?”

Kefil ise oralı olmadı.

Süre bitmek üzereyken; uzakta bir ince siluet belirdi, gitgide yaklaşan… Genç adam ulaştığında nefes nefese kalmıştı. Yaşlılardan biri dayanamayıp sordu: “Kaçsan kurtulabilirdin, niye geldin?”

Genç adam, “Geldim işte” dedi, “Geldim ki, kimse ‘ahde vefa kalmadı’ diyemesin!”

Aynı adam bu defa kefile döndü:

“Bu adamı tanımadığını biliyoruz. Ölümü göze alman için sebep neydi?”

O da cevap olarak, “İstedim ki, kimse ‘bu dünyada mertlik öldü’ diyemesin!” dedi.

Bu iki kişinin “canı pahasına” gösterdiği vefa, ölen ihtiyarın yakınlarının merhametini kabarttı. Kendi aralarında küçük bir istişareden sonra “Öyleyse biz de davamızdan vazgeçtik” dediler, “Dünyada affeden kalmadı demesinler!”

Bu arada… O kefil; Eshab-ı kiramdan Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri’dir.