‘Ne gelirse hacıdan hocadan gelir’ sözünü, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü icra edenlerin başında sözde hoca olduğu iddia eden bir şarlatan var diye genelleştirip, sık kullanılanlara eklemeyelim.
Artık cehaletini gözyaşlarıyla kapatan ve dinleyenlerini hıçkırıklara boğan vaizlere itibar etmeyelim.
Bakalım, ne anlatıyor ve nasıl anlatıyor.
İlim ehlinin hadlere riayeti tam, vakur, edep ve adap sahibi olması gerektiğini unutmayalım.
Allah ile korkutan hocalar, bir o kadar da Allah’ın rızasını kazanma hususunda yol ve yordam göstermiyorlarsa, ağlamak için eski Türk filmlerini tercih edelim.
Zaten her daim cehennem tasvirleriyle, dini katıksız bir korku aracı olarak kullananların niyeti bellidir; safiyane hislerimizi suiistimal edecek ve bizi ne istiyorsa vermek durumunda bırakacak!
15 Temmuz’u, her şeyin aslının yanında sahtelerinin de boy göstereceği gerçeğiyle birlikte doğru bir şekilde değerlendirebilelim: ‘Hayır gördüğümüzde şer, şer bildiğimizde hayır gizlidir.’
Her şeyden evvel, ‘demokrasi şehidi’ kavramından şeytandan kaçar gibi uzaklaşalım.
Demokrasinin şehidi mi olur!
Şehitlik, aslı İslam’da olan mukaddes bir kavram ve ulvi bir makamdır.
15 Temmuz şehitleri de demokrasi için değil, din için, vatan için ölümü göze almış olan tertemiz Müslümanlardır.
Artık İslam’ı, kulaktan duyma bilgiler veyahut ekranlardan değil, bizzat kitaplardan, din ve mezhep büyüklerinin eserlerinden öğrenmek gerektiğinin idrakine varalım.
Sahte kahramanları tespit ve teşhis için elimizdeki en sağlam mikyas ölçüsü ehl-i sünnettir.
Ehl-i sünnetin kabul etmediği her şey bidat ve tehlikesi elbet bir gün yüzüne çıkacak birer fitnedir.
FETÖ/PDY yapılanmasını Haşhaşi örgütü ile aynı mesabeye çıkartan şey, mehdi ve mesih kavramlarını ıstılahının dışında yorumlayarak, mensuplarını kâh cennet veyahut dünya nimetleriyle ödüllendirerek kendilerine sıkı sıkı bağlamalarıdır.
Ehl-i sünneti iyi bilenlerin bu gibi mevhibelerin sadece Allah’ın lütfu olacağını da bilirler.
Bundan, yani 15 Temmuz’dan sonra iyi bir eğitim sistemi ile yeni nesilleri bu ve buna benzer sapık cereyanlardan uzak tutmamız gerekiyor.
Bunda da en büyük vazife Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim ve Kültür bakanlıklarına düşüyor.
Hükümet, FETÖ’den kurtulayım derken, diğer sapık, sinsi ve Ehl-i Sünnet dışı, teşekküllerin tuzağına düşmemelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Paralel Yapı muadili kuru akılcı, mealci, hadisleri ret ve inkâr eden zümreler ve bunların kadrolaşmaları hakkında derhal Cumhurbaşkanlığı’na bilgi vermesi gerekiyor.
Diyanet’in, Fethullahçılar hakkında yavaş ve gevşek davranışını bu şekilde telafi ve kefaret yoluna gitmesini bekliyoruz.
Son olarak Kültür, Gençlik ve Spor ve Milli Eğitim bakanlıkları bize göre Maliye’den, Ekonomi’den çok daha ehemmiyetli kalelerdir.
Ne kadar ehemmiyetli ve ne kadar ihmal edilmiş olduklarını, bu kaleler düşerse başımıza gelecekleri, şu anki bu vahim durum, bu işin içinden çıkılamaz Arapsaçı vaziyet açık bir şekilde göstermektedir.
Yıllar yılı bu bakanlıklara, İslam’ın İ’sinden ve eğitim E’sinden anlamayan kişileri bakan olarak atadıktan sonra feryat etmek bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki.
Sadece adı milli olunca olmuyor; Hükümet derhâl ve milli bir eğitim seferberliği başlatmalı ve geçmişi hızlı bir şekilde telafi etmenin çarelerini aramalıdır…