Bedeli ödenmiş sözde, karşı konulmaz bir büyü vardır. Sarar insanı. Sarsar. Uğruna terlenmiş, yokuşlar çıkılmış zirveler gibi. Hatırına akıl teri dökülmüştür bir kere. Boğazı düğümlemişse dudak ucuna varıncaya kadar, tadından yenilmez. Ağırlığıyla ezmişse sahibini, akıl terazisinin kefesini alt üst eder. Toz kaldırır vurduğu yerde. Sürpriz yağmur damlaları gibi toprağın göğsünde yara açar.

Ursula K. Le Guin yakınlarda veda etti dünyaya. “Ünlü edebiyatçı” diye bahsetmek istemiyorum ondan. Ünlü edebiyatçı olmak sıradanlıktır zira. Sözün sancılı emektarlarından Le Guin. Ezbersiz ve şablonsuz konuşanlarından. Duru ‘insan’ haliyle var olmuşlardan. Politik şablonlara itibar etmeyenlerden. Dili hakikate değen her sevdalı gibi, sözü köz diye aktaran. Avuçlarımızı yakıyor şimdi bir sözü:

Demiş ki Ursula: “Hayatı mümkün kılan umulmayan şeylerdir.”

Diyelim ki Ursula’ya: “Hayatın kendisi umulmayandır!” Hayat şöyle dursun; soğuk bir taş olarak da olsa, beklemezdik var olmayı. Hepten sürprizdir yaşamak. İmkânsızın mümkün halidir hayat. Yokluğa rağmen var. Unutanı da, unutulanı da unutturan derin mi derin bir unutulmuşluktan çekip alınmış bir cevher

Ursula Le Guin, Kur’ân okudu mu bilmem ama belli ki fıtratına yazılı olana dokunmuş dili. Bu söz bir kere daha hatırlatıyor ki, vahiy hayatın bir köşesi ya da bir parçası değildir. Anlamın göğüdür vahiy; nereye varırsa varsın doğru söz, karşısında o göğü bulur. İçinde hakikat kırıntısı olan her söz vahyin göğü altında düşer. Kimin ağzından çıkarsa çıksın, nerede ve nasıl söylenirse söylensin, başını kaldıran, doğru sözün izini bulur vahyin göğünde.

“Hiç yoktan yaratılışını unutan”ın sorusunu sözü arasına katar Mütekellim-i Ezeli. ‘Dedi ki’ der YâSîn Suresi’nin son sayfasında: Kurumuş toz olmuş kemikleri kim diriltecek?” Belli ki öldükten sonra dirilmeyi imkânsız görüyor soruyu soran. Aklına sığıştıramıyor ölenin yeniden dirilmesini. “Olamaz ki!” diye isyan ediyor. Hatta küstahlık bile ediyor olabilir: “Olacak şey mi söylediğin?” diye çıkışıyor olabilir Elçi’ye.

Bu küstah soruya keskin bir sayha ile cevap verir Allah: “Kim onu hiç yoktan diriltmişse o!” Haşmet kadar merhamet de yüklüdür bu cevap. Soru sahibinin neye şaşıracağını şaşıracak kadar şaşkın olduğunu da hatırlatır. “Sen ölümden sonraki hayatı inanılmaz buluyorsun da, ölümden önceki hayatı inanılır mı görüyorsun!” “Asıl şaşman gereken ölmeden önce diri oluşun değil mi?” “Ölmeden önceki hayatının sebebi olarak çürümüş toz olmuş kemiklerini saklayan bir mezarın bile yokken, nasıl oldu da var oldun, nasıl oldu da canlı oldun, nasıl oldu da insan oldun!” “Asıl şaşılacak olan, asıl inkâr edilecek olan şimdi burada yaşıyor oluşun!” “İnkâr edeceksen ille de, öldükten sonra dirilmeyi değil, ölmeden önce diri oluşunu inkâr et!”

Evet, evet, hayat umulmayanın kendisidir! Ve “bu böyle yarım kalmayacak!” der bize haşri vadeden Hâlık-ı Kerim. Ursula’nın tesbihini dilimize alalım şimdi: “Bitmemiş yaratılışa şan olsun!”