FETÖ darbe girişimi kapsamında soruşturmalar devam ederken başta TSK olmak üzere eğitim, sağlık ve yargıda gerçekleştirilen ihraçlarla Türkiye’de yeni bir döneme imza atılıyor. Kökleri yaklaşık 40 seneye dayanan cemaat birleşimi son çırpınışlarını yaşıyor. Türkiye karşı oynanan her oyunda FETÖ izi olduğu ortaya çıkmaya başladı. Bu kapsamda uluslararası basının destek verdiği “Türkiye DAEŞ’le işbirliği yapıyor” iftirasında da FETÖ’nün rolü olduğu belirlendi.

Peki FETÖ’cü yapılanma ülkenin can damarları sayılan kurumlarına nasıl sızdı? Kamu ve özel kuruluşların içindeki örgütlenmenin amacı neydi? FETÖ’nün yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri ile oluşturduğu yumuşak güç, uluslararası güçlerin emriyle mi kuruldu?

İşte Merve Şebnem Oruç’un FETÖ’nün küresel ve bölgesel gücünün kritiklerini kaleme aldığı yazı;

Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) TSK’daki kolunun başarısız darbe girişimi sonrası, ABD’nin bu darbe teşebbüsündeki rolünün sorgulandığı bu süreçte, örgütün lideri Gülen’in verdiği demeçler, meselenin küresel ve bölgesel boyutunu da doğru değerlendirebilmemiz açısından önem taşıyor. Ayrıca Gülen’in ifadeleri, bundan sonra neler olabileceğine dair analizlerimiz açısından da kritik şifreler barındırıyor.

Asgari 30-35 yıllık devasa bir yatırımın çökmesi olarak da yorumlayabileceğimiz başarısız darbe girişiminin sonunda, ABD yönetimi, eğer Türk kamuoyunun büyük çoğunluğunun inandığı şekilde bu örgütle doğrudan bağlantılı ise Gülen’i Türkiye’ye iade etmeyebilir. Bu nedenle Gülen’in New York Times yazısı, verilen görevi yerine getirememiş ve eline yüzüne bulaştırmış bir personelin kovulma korkusu gibi de okunabilir. Nitekim, FETÖ liderinin ve üyelerinin bir yandan ABD’de kalmaya çalışırken, bir yandan da alternatif ülkeleri düşünmeye başladıkları, medyaya yansıyan bazı haberlerden anlaşılıyor. Örneğin Mısır’dan gelen haberlere göre, FETÖ üyeleri darbe girişimi sonrası Kahire’de temaslarını artırmış durumda.

‘DAEŞ’E DESTEK’ TEZVİRATI

“Dünyada IŞİD’in bir terör örgütü, daha evvel El-Kaide’nin bir terör örgütü ve Türkiye’de uzantısı Tahşiye’nin bir terör örgütü olduğu kamuoyunda bilinirken, onlar el altından yardım ediyordu.” Aslında salt bu cümle bile, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler üzerinden çeşitli şekillerde suçlanmasını müteakip, DAEŞ’e destek verme iddialarıyla karşı karşıya kaldığı dönemde FETÖ’nün parmak izlerini hatırlamamıza yardımcı olabilir. Gülen’in kendisine muhalefet eden Nur cemaatinin Tahşiyeciler grubunu ve grubun liderini STV’de yayınlanan “Tek Türkiye” dizisi üzerinden hedef gösterdiğini, bunu müteakip Tahşiyeciler grubuna operasyon düzenlendiğini hatırlarsınız. Yine 17-25 Aralık sonrası Ocak 2014’te İHH Kilis ofisine yapılan paralel baskını Zaman gazetesi “El-Kaide Operasyonu”, Bugün gazetesi ise “El-Kaide’ye büyük darbe” şeklinde vermişti.

“Bu tırlar meselesinde de bu söz konusuydu. Bunu askerler yakalamışlardı, silah doluydu… IŞİD ve Nusra sürekli bu hükümet tarafından desteklendi.” Söz konusu röportajda Fethullah Gülen’in kurduğu bu cümleler, hem FETÖ’nün Selam-Tevhid kumpasıyla Ak Parti’nin terör örgütü ilan edilmesi yönündeki ilk faaliyetlerine hem de 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa devirmiş olacakları iktidara yöneltilecek bir kısım suçlamalara ışık tutuyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşananlara ilişkin olarak verdiği tanık ifadesinde belirttiği, Tuğgeneral Hakan Evrim’in “Sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürelim” cümlesi de bu bakımdan, FETÖ liderinin Selam-Tevhid kumpasından 15 Temmuz darbe girişimine, tüm faaliyetlerde doğrudan söz sahibi ve karar verici olduğunu ortaya koyuyor.

Ancak sadece bununla da kalmıyor, Gülen’in söz konusu röportajda sarf ettiği cümlelerin ışık tuttuğu gerçekler. Gülen’in “Beşşar Esed’i devirip Suriye, Ortadoğu ve İslam dünyası nezdinde kendini Emiru’l-müminin ilan etme amacındaydı. Suriye’den sonra Ürdün, Mağrib ülkeleri ve Mısır’a da girecekti. İslam dünyasında böyle emelleri vardı. IŞİD ile bu emellerine ulaşmaya çalıştı. Hala IŞİD’e yardım ediyor, para veriyor, tedavi ediyor” ifadesi, uluslararası medyada sıkça karşılaştığımız, ‘Erdoğan’ın Esed’i bir saplantı haline getirdiği’, ‘neo-Osmanlıcılık hayalleri kurduğu’ yönündeki iddiaların dayandırıldığı ilk temellerin, FETÖ’cü medya ve sosyal medya hesapları olduğu gerçeğini bize hatırlatırken, bu iftiraların Türk medyasında dolaşıma sokulması talimatının da Fethullah Gülen’den geldiğine işaret ediyor.

SADECE KARALAMA KAMPANYASI DEĞİL, KORKUNÇ BİR PROJE

Tüm dünyada “DAEŞ-Türkiye ilişkisi” konulu yüzlerce, binlerce habere kaynak olan bu tür iftiraların, sadece yalan haber olarak kaldığını düşünmek maalesef imkansız. Columbia Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları Enstitüsü Barışın İnşası ve Haklar programı Direktörü David L. Philips imzalı bir araştırmanın büyük bir kısmının kaynakları, kaynaklarının kaynakları ve görüşlerine başvurulan isimlerin kaynakları, FETÖ’nün medya ayaklarına dayanıyor. Kurgulanan kumpasın titiz ve sistematik bir çalışmayla dünyaya yayılmasına en son örnek, 15 Temmuz darbe girişimi günü Türkiye’ye gelmesinden bir gün önce Amerikan Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu’nda düzenlenen bir oturumda yer alan eski CIA danışmanı ve ‘ılımlı İslam’ teorisyeni Henri Barkey’in, “Türkiye cihadçıları silahlandırıyor” iddialarında bulunmasıydı. Tezleri FETÖ’nün iddialarıyla birebir örtüşen Barkey’in ve oturuma katılan diğer uzmanların ‘kayda geçirdikleri’ savlarını Türkiye’ye ilk duyuran ise FETÖ’yle doğrudan bağlantılı haber sitesi Haberdar’dı. Öte yandan oturumda, Gülen örgütünün Mason örgütlenmesine benzetilerek katılımcılar tarafından yoğun şekilde savunulması da dikkat çeken bir başka ayrıntıydı.

Özetle, uzunca bir süredir FETÖ’cü medya tarafından yayılan yalan haberler, içeride ve dışarıda Türkiye’ye muhalif medyatik, akademik, istihbari ve siyasi kanallar tarafından ‘sözde muteber yerel bir kaynağa’ dayandırılarak alıntılanıyor ve dolaşıma sokuluyor, aynı zamanda kayıt altına alınıyor. Öte yandan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi kuruluşlar aracılığıyla FETÖ ile bağlantılı medya kurum ve kuruluşlarına yapılan terör ve darbe girişimi operasyonları, dikkatli bir şekilde FETÖ’nün adını anmadan ve örgütün darbe girişiminin ardında olduğu gerçeğinden bahsetmeden muhalif medyanın susturulması olarak lanse ediliyor.

Fethullah Gülen söz konusu röportajda şu şekilde devam ediyor: “Bunlar sadece istihbarat örgütlerinin bildiği şeyler değil, herkes biliyor. Dünyada en çok IŞİD’e katılanlar Türkiye’den katılıyor. Şu anda bile Türkiye’nin sokaklarında IŞİD geziyor. Hükümet kendisine muhalif olan dindarların evini basıyor, bu insanları alıyor, öldürüyorlar, kesiyorlar, vuruyorlar, siz iktidara muhalif hareket ettiniz diye. Şu anda IŞİD bir numaralı malzeme olarak kullanılıyor.” DAEŞ’e Türkiye’den katılım oranlarını diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda, Fethullah Gülen’in bu sözlerinin, alışageldiğimiz karalama kampanyasına dayalı hatalı bilgiden kaynaklandığını düşünebilirsiniz; ancak ‘iktidarın muhaliflerin evlerini IŞİD aracılığıyla bastığı, muhaliflerin öldürüldüğü, kesildiği, vurulduğu’ ifadeleri çok daha tehlikeli ve bilinçli bir iftiraya işaret ediyor. Türkiye’de böyle bir olayın yaşandığına dair hiçbir haber, hatta hiçbir emare yok, ancak FETÖ lideri Gülen böyle bir yalanı rahatlıkla, gözünü bile kırpmadan söyleyebiliyor. Bu da sistematik iftiraların boyutuna ve projenin ulaşabileceği çapa işaret ediyor.

“ASKERİN KAFASI KESİLDİ” YALANI

15 Temmuz gecesi ilerleyen saatlerde, darbe girişiminin başarısız olacağının anlaşılması üzerine ve sonrasında bazı yerli ve yabancı sosyal medya hesaplarında, Türk halkının darbe girişimine gösterdiği müthiş reaksiyonun “seküler Türk ordusu Erdoğan destekçisi DAEŞ’çilere karşı mücadele ediyor” şeklinde resmedilmeye çalışıldığına şahit olmuştuk. Bu tür iddiaların devamı, itibar gören medya kanallarınca da ‘seküler Türk ordusu İslamcı Erdoğan’a karşı’ haber ve yorumlarıyla getirildi. Bu durumu, ‘Hizmet’ olarak tanımladığı örgüt tabanına kendisini ‘Mehdi’ olarak sunan Fethullah Gülen’in, dünyaya ise çelişkili biçimde ‘demokrasi savunucusu’, ‘ılımlı Müslüman’ ve ‘Erdoğan muhalifi din adamı’ olarak resmedişiyle beraber okursak, Erdoğan’ın ‘radikal İslam’ın, Gülen’inse ‘ılımlı İslam’ın temsilcisi olarak portrelenmeye, hatta darbe girişiminin dahi bu minvalde meşrulaştırılmaya çalışıldığı açıkça görülüyor. Aynı şekilde 16 Temmuz günü sabahın ilk saatlerinde, Türkiye’yi sarsan “kafası kesilen asker” yalanı da “DAEŞ’çiler sokakta seküler Türk ordusuyla karşı karşıya” izlenimi vermek adına ortaya sürülen tezviratın bir parçası olarak önümüzde duruyor.

 Merve Şebnem Oruç / AA

Editör: Haber Merkezi