Kolay ve sığ olanın rağbetinin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bedeli ödenmemiş, uğrunda ter dökülmemiş, hazır şablonların, tanıdık kalıpların içine oturmak kolayımıza geliyor.  Hem ayrıca, kof şeylerden daha çok ses çıkıyor; içi boş gündemler davul gibi uzaktan kulağa hoş geliyor.

Yeni öğrendim; “trol dili” diyorlarmış buna. İncelikten uzak bir holiganlık. İnce eleyip sık dokumayan bir toptancılık. Kalabalığın heyecanına yaslanma hevesi. Sürünün içinde sancısız var olma konforu. İyinin de bir kenarından kötülükle lekelenebileceği ihtimalini yok sayarak, hepten iyi gördüğüne yapışma kolaycılığı. Kötünün içinde de bir iyilik nüvesi bulunabileceği insafını kuşanmadan, baştan ve toptan reddetme aceleciği.

Hiçbirimiz tam olarak beyaz değiliz oysa; hepten siyah olan da yok hem… Grinin tonlarına katlanmak için buradayız. Böyle var olduk, böyle var olmaya devam edeceğiz. Yıkık olacak bir yanımız. Yırtık olacak gömleğimiz. Biz böyle insanız.

Çoğu kez yürekten bir yerden gelen bir ses duyuyorum; incecik akan duru dere suyu gibi. Ama gırtlağa gelip gelip geri dönüyor. Bir türlü çağıldamıyor, utanıyor gün yüzüne çıkmaya. “Seninle aynı taraftayım ama senin gibi taraftar değilim. “Seninle aynı taraftayım ama senin üslubunun tarafında değilim.” “Senin karşı çıktığına ben de karşı çıkıyorum ama senin karşı çıkma gerekçene karşıyım.”

Bir zulme yine o zulmün kendisiyle karşı koyanlar, o zulmü reddetme gerekçemizi elimizden ve dilimizden alıyor. Yöntemin bariz zalimliği yüzünden, o açık zulüm kendini koruma altına alıyor, taze gerekçelerle taraftar topluyor. Hakkı haksız üslupla savunurken, haksızlığa hak kazandırıyoruz.

Bilmem anlatabildin mi?

“Bilmem anlatabildim mi?”nin ne demeye geldiğini bilmem anlatabildin mi?