Günlerden Pazar ve karşılaşma saati çok güzel, 16:00’da. Şu mübarek Ramazan’da, on bir ayın sultanında biz de çıktık ay-yıldızın on bir aslanıyla Hırvatistan karşısına. İçimiz kıpır kıpır, duayla niyazla hayallerimizi, umutlarımızı sürdük sahaya. Ama olmadı, sağlık olsun. Sonuçta alt tarafı bir maç bu yani, dünyanın sonu değil. Hem unutmamak gerek, biz bu turnuvaya uçurumların kenarından kıyısından son anda döndük de geldik. Yani amorti olarak gidebildik Fransa’ya. Onun için tadını çıkaralım, suyunu değil. En azından Eyfel Kulesi’ndeki ay-yıldızlı görsel şov bile gurur vericiydi.

Sonra tarihimizde dünlere şöyle bir bakacak olursak başımız yerden kalkmazdı. 8-0’lar, 5-0’lar, 4’ler 3’ler daha neler neler yani… O zamanlar bırakın beraberliğe sevinmeyi öyle bir iki farkla kaybetsek bile kendimizi öve öve bitiremezdik. Şimdi ise cebimizde 2002’den kalma dünya üçüncülüğümüzle 2008’den kalma Avrupa üçüncülüğü ve başımızda taçlarımız, omuzlarımızda apoletlerimiz var; en azından saygı duyulan bir milli takım olduk.

Görüldüğü üzere gençlerden ve tecrübeli oyunculardan oluşan jenerasyonu bir arada senkronize ederek beyinlerde bir konsept bir kavram oluşturulmaya çalışılmış. Bunu uygulamak ve bundan verim almak için de zamana ve sabra ihtiyacımız olduğunu unutmayalım, geçmişten ders çıkarmasını bilelim.

Maça gelecek olursak…

Öncelikle biz maça da, dolayısıyla şampiyonaya da kötü başladık. Hırvatistan futbol olarak her yönden bizden daha iyiydi, bunu kabul etmek gerek. Bizim en önemli eksiğimiz; fiziğimizin yetersiz oluşu, çıkarken yapılan top kayıpları, topu ayağımızda tutamayışımız, orta alanda Arda ve Hakan Çalhanoğlu’nun beklentilerden uzak oluşu… Skalamızda karşı reaksiyonu gösterecek oyuncu mevcudiyetimizin olmayışından dolayı yeşil zemini ve meşin yuvarlağı tamamen Hırvatlara teslim etmek zorunda kalmıştık. Zaten bizim bu maçtan bir puan dahi çıkartmamız ancak bir mucizeyle olurdu belki de.

Adamlar defansımızın sağını da solunu da koridor ettiler… Ortadan geldiklerinde ise gole kadar, yani 41. dakikaya kadar Mehmet Topal ve Hakan Balta durumu idare etmekle yetinebildi. Zira yapacakları çok da bir şey yoktu. Dünkü oyunu görünce ortaya çıkan tek gollü skora şükretmek gerek. Gole gelince, sosyal medyada, yazılı ve görsel basında Ozan Tufan’a yüklenen yüklenene, vay efendim saçını düzeltiyormuş… Bu golü Ozan’a bağlamak çok saçma ve acımasızca. Ona bakarsak topu gelişigüzel uzaklaştıran Selçuk’tan Modric’in atacağı şutu hissedip sahte pres yapan Hakan Çalhanoğlu’na ve tabii ki son olarak ekranda görünen o Volkan Babacan’ın konsantrasyon kaybına kadar herkes suçlu dememiz gerek. Onun için bırakın Ozan’ın saçıydı, Arda’nın sakalıydı, babamın bıyığıydı; uzatmanın manası yok. Zaten birazcık mantıklı bakarsak hatayı hiçbirine bağlamamak gerek çünkü futbol zaten hatalar oyunu ve ortada bir hata varsa ki var bu tüm takımın hatasıdır. Zaten olmadan da gol olmaz. Kaldı ki Ozan da, Emre Mor da, Hakan Çalhaoğlu da takımdaki 18 ile 23 yaş arası oyuncu grubunun tamamı da, hatta tecrübeli ağabeyleri de hata yapacaktır. Önemli olan o hatalardan ders çıkarmak ve tekrar etmemektir, alışkanlık haline getirmemektir. Eğer alışkanlık haline getirirlerse işte o zaman maazallah eskiye döneriz; 3’lük, 5’lik, 8’lik olduğumuz tarihlere.

Muhabbeti kapatmadan derim ki önümüzde iki maçımız daha var, o maçlara bakacağız. Yani diyorum ki tadını çıkartın beyler, hıncını değil. Dediğimiz gibi zaman ve sabır lazım biz çok çabuk havaya girmeyi, ayranı kabartmayı, uçurtma uçurmayı ve uçmayı da seven bir milletiz. Bizim bu çocuklara yani millilerimize zaman, bize de sabır gerek… Başka söze ne gerek…