ABD Başkanı Barack Obama’nın Körfez ülkeleri liderlerini Camp David’de toplayarak Washington-Tahran arasındaki uzlaşının kendileri için tehlike teşkil etmeyeceği konusunda ikna etme çabası, Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz’in katılmayacağını ilan etmesiyle daha zirve yapılmadan başarısız olmuştu.
Altı Körfez ülkesi içinde ağabey pozisyonundaki Suudi Arabistan’ın, diğerlerine oranla çok daha fazla ağırlığa ve etkinliğe sahip olduğu malum.
Dolayısıyla Kral Selman’ın zirveye katılmaması, örneğin Bahreyn Kralı’nın veya hastalığı nedeniyle uzun süredir zaten devlet işlerinden uzak olan BAE Devlet Başkanı’nın katılmamasından daha önemli ve anlamlı.
Yetkililerin açıklamalarında iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlü olduğu vurgulansa da Suudi Arabistan Kralı’nın “Camp David’e gelmiyorum” demesinin, ABD Başkanı’nın İran politikasına tepki ve hoşnutsuzluk ifadesi olduğu biliniyor.
Bu arada, Obama’nın Körfez ülkeleri liderlerini Camp David’e davet etmesi Arap sokağında “ayağına çağırıyor” şeklinde algılandı.
ABD Başkanı biraz daha akıllı olsaydı, makam araçlarında dahi arka koltuğa değil şoförün yanındaki ön koltuğa oturan Körfez ülkeleri liderleriyle böyle bir zirveyi Camp David’de değil Riyad’da yapardı.
Suudi Arabistan’ı zirvede Veliaht Prens Muhammed Bin Nayif ve Savunma Bakanı Prens Muhammed Bin Selman temsil etti.
Muhammed Bin Nayif’i Obama’yla Beyaz Saray’da tokalaşırken gösteren fotoğraf Arap medyasında gündem oldu.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin elini Obama’nın elinin üzerinde tutması ve ABD Başkanı’nın elinin altta kalması vücut diliyle verilmiş bir mesaj olarak algılandı.
Başkanlık dönemini sona erdirmeden İran’la ne pahasına olursa olsun “tarihi” bir anlaşmaya imza atmak isteyen Obama, Körfez ülkeleri liderlerine Washington-Tahran yakınlaşmasının bölge için “ne kadar yararlı” olacağını anlatmaya çalışıyor.
Körfez ülkelerinin İran konusunda duydukları güvenlik kaygılarını ise “Amerika’ya güvenin, gerisini merak etmeyin” diyerek gidermeye çalışıyor.
Fakat Obama açısından sorun şu ki, Körfez ülkeleri Amerika’ya artık eski gibi güvenmiyor.
Körfez Savaşı’nda faturayı kendileri ödedikleri halde savaş sonrası kazananın İran olduğunu gören ülkeler aynı delikten bir kez daha ısırılmak niyetinde değil.
ABD Başkanı’nın geçen ay New York Times’a verdiği demeçte sarf ettiği, “Suudi Arabistan gibi müttefiklerimiz iç tehditlerden kaygı duymalılar. Bu ülkelerde halklar yabancılaştırıldı. Gençler arasında işsizlik çok yüksek. Bu ülkelerdeki ideolojiler yıkıcı ve inançsız. İnsanların kızgınlıklarını ifade edebileceği siyasi araçlar yok” sözleri ve bölge ülkelerini bekleyen en büyük tehdit olarak İran’ı değil kendi halklarını göstermesi de taraflar arasındaki görüş ayrılığının derinliğinin bir başka göstergesi.
Çünkü Körfez’in en önemli ülkesi Suudi Arabistan, yeni kralla birlikte önceliklerini yeniden düzenledi.
Artık önceliği -Kral Abdullah döneminde olduğu gibi- Müslüman Kardeşler ile mücadele değil.
Kral Selman döneminde Riyad’ın önceliği içeride kendi kalkıyla kucaklaşmak ve dışarıda İran nüfuzuna karşı mücadele etmek.
Körfez ülkelerinin Amerika’yla tamamen ters düşmesini ve karşı cephede yer almasını beklemek gerçekçi olmaz.
Bununla birlikte, Washington-Riyad hattındaki görüş ayrılıklarının bölgenin hayrına olduğunu ve Türkiye’ye alan açtığını söyleyebiliriz.