Kayseri’de bir Suriyelinin yedi yaşındaki Suriyeli bir çocuğu taciz ettiği haberinin yayılmasının ardından yaşanan gerginlik provokatörler tarafından kısa sürede şiddet olaylarına dönüştürüldü.

Gece boyu yapılanlar ve sabahleyin gün ağarınca ortaya çıkan hasara dair görüntüler utanç vericiydi.

Taciz olayıyla hiç ilgisi olmayan insanların evlerinin taşlanması, iş yerlerinin ve araçlarının yakılması ne Türklüğe sığar ne de Müslümanlığa.

Ayrıca Türkiye bir hukuk devleti; ortada bir suç varsa güvenlik güçleri ve yargı müdahale eder.

Milliyetçilik iddiasında bulunan herkes “Vatanı savunuyorum” bahanesiyle kafasına göre davranmaya kalkışırsa ortaya sadece anarşi çıkar.

Suçun bireyselliği hem İslam’ın en temel öğretilerinden hem de evrensel hukuk kurallarından biridir.

Kayseri’deki olayda mağdur Suriyeli değil, Türk olsaydı bile masum ve mazlum insanların hedef alınmasına bahane olamazdı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demişti:

“Bu milletin, bu ülkenin arkasında kendi vatandaşlarımızla birlikte dünyanın her yerinden yüz milyonlarca kardeşimizin de duası vardır. Milletimizin cesareti, mazlumların duası sayesinde Allah’ın izniyle önümüze çıkan, çıkacak olan tüm engellerin üstesinden geleceğimize inanıyorum.”

Mazlumların duasının gücüne inanıyorsak o duanın bedduaya dönüşmesinden de korkmalıyız.

Peygamber Efendi’miz (as) bir hadisişerifte “Mazlumun duasından sakının çünkü onun duasıyla Allah arasında bir perde yoktur.” buyurur.

Erdoğan, Kayseri’deki olaylarla ilgili yaptığı açıklamada, sığınmacı nefretini ve yabancı düşmanlığını körükleyerek hiçbir yere varılamayacağına işaret edip küçük bir grubun yol açtığı olayların sebebinin “muhalefetin zehirli söylemleri” olduğunu söyledi.

Türkiye’de mülteci ve Arap düşmanlığının körüklemesinde muhalefetin elbette rolü var.

Ancak fitnenin büyüğünü milliyetçilik adı altında yalan haberlerle sistematik olarak Türkiye’nin millî güvenliğini ve çıkarlarını hedef alanlar yapıyor.

Mültecileri hedef alan saldırılara “aşırı düşünce” değil, “beşinci kol faaliyeti” olarak bakılmalı.

Türklerle Arapların arasına yıkılması zor duvarlar inşa etmek istendiğini görmek gerekiyor.

12 Eylül darbesinin ardından Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkencelerin PKK’yı büyüttüğü anlatılır.

Ne yazık ki aynı zihniyet şimdi de Suriyeli mültecilerin ülkemizden “ağır travmalarla ve kötü hatıralarla” ayrılmaları, “Türkiye düşmanlarına dönüşmeleri” için elinden geleni yapıyor.

PKK’lı teröristlere ve Suriye sahasında cirit atan ajanlara, rejimden kurtarılmış bölgelerdeki insanları Türkiye’ye karşı kışkırtmaları için malzeme veriliyor.

Sınırın iki tarafındaki provokasyonlar birbirini besliyor.

Kayseri’deki olayları fırsat bilen provokatörlerin bayrağımıza ve Türk tırlarına düzenlediği saldırıların ardından önceki gece de Türkiye’de birçok yerde Suriyelilere saldırılar oldu.

Olaylara karışan ve birçoğu sabıkalı olan onlarca kişi gözaltına alındı.

Provokasyonların büyümemesi ve olayların çığırından çıkmaması için vandallara “galeyana gelmiş öfkeli vatandaşlar” muamelesi yapılmaması ve suçluların bir-iki gün sonra salıverilmeden hak ettikleri cezaları almaları gerekiyor.