Yarın 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 105. yıl dönümü.
Sadece 81 ilden değil, Bakü’den Üsküp‘e, Halep‘ten Gazze’ye tüm gönül coğrafyamızdan gelen 250 bin evladımız bu topraklara düşman ayağı basmasın diye Çanakkale’de kahramanca canını feda etti.
Aradan geçen bir asra rağmen Türkiye açık ve gizli düşmanlarına karşı mücadeleye devam ediyor.
Bir yandan savunma sanayindeki yatırımlarıyla gücünü tahkim ediyor, gerektiğinde dosta düşmana gücünü gösteriyor. Diğer yandan uluslararası dengeler arasında stratejik adımlarıyla Büyük Türkiye istikametine yol alıyor.
ABD, Avrupa ve Rusya’nın Türkiye üzerinde hâkimiyet kurma çabası ise asla bitmiyor.
Türkiye; ABD’nin 15 Temmuz’da Fetullahçı Terör Örgütü’nün darbe girişimine, sonrasında Suriye’de PKK/PYD terör örgütüne yönelik desteği ve Trump’ın bizzat itiraf ettiği ekonomik saldırının etkisiyle Rusya ile yakınlaştı, pek çok işbirliği geliştirdi. Nükleer santrallerden S-400’lere petrolden doğalgaza pek çok anlaşma yapıldı. 10. yılına giren Suriye’deki drama son vermek için Astana, Soçi ve Adana mutabakatlarıyla Suriye için birlikte siyasi çözüm aradı. Erdoğan ve Putin defalarca bir araya geldi.
Bu tablo içinde yol alırken Rusya destekli Suriye rejim güçleri İdlip’te bombardımana ve katliama başladı. Yüzbinlerce Suriyeliyi Türkiye sınırına süpürme harekâtına girişti.
Türkiye de gereken cevabı sahada verdi ve Bahar Kalkanı ile rejimi ateşkesi bozduğuna pişman etti. Moskova’da yapılan Erdoğan-Putin görüşmesi sonrası da -bugün özellikle virüs salgınıyla mücadele edilirken ne kadar yerinde ve doğru olduğunu gördüğümüz- ateşkes süreci yeniden başladı.
Ardından da bir numaralı gündem maddemiz Korona virüs oldu.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken değişmeyen tek bir şey vardı: Türkiye içindeki Türkiye düşmanları.
Türkiye, ABD ve Rusya arasında izlediği dengeli politikayla her iki gücün de hükümranlığına boyun eğmeden kendi istikametinde devam ederken içerideki ABD maşaları ABD’nin kucağına oturmamız için, Rusya maşaları ise Rusya’nın güdümünde kalmamız için ellerinden geleni yapmaya devam ettiler.
15 Temmuz öncesinden itibaren PKK’nın Hendek terörüne omuz vermekle başlayıp 15 Temmuz’a tiyatro deme ihanetini gösterecek kadar aşağılık bir duruş sergileyen içerdeki muhalefet, Trump’ın bile itiraf ettiği ekonomik saldırıyı daha da derinleştirmek için elinden geleni ardına koymadı.
Rusya’nın alenen destek verdiği İdlip’teki katliamlara karşı sivilleri ve sınırlarını koruyan Türkiye’yi hedef alanlar ise taşıdıkları Türkiye Cumhuriyeti kimliğini unutup Türkiye’yi terör örgütlerine destek vermekle suçlayacak kadar alçaklık yarışına girdiler.
İçerideki düşmanlar arasında en karaktersizleri ise ABD saldırırken ABD’nin taşeronlarının, FETÖ’nün, PKK’nın, Rusya ve Esed saldırırken ise katil Esed’in çaputlarını giyen militanlara dönüşenlerdi.
Tek dertleri vardı, iktidarı dolayısıyla da Türkiye’nin gücünü zayıflatmak. Hiçbir zaman, hatta 36 Mehmetçiğin şehit edildiği bir gecede dahi ülkelerine düşmanlıktan vazgeçmediler.
Bu düşmanlık, dünyanın Korona virüs mücadeleye başladığı günlerde bile durmadan devam etti.
Üç ay boyunca salgını Türkiye’den uzak tutmayı başaran sağlık yönetimine omuz vermek varken, yıpratmayı, algı oluşturmayı, alınan önlemleri küçümsemeyi seçtiler.
Şimdi millet olarak yeni bir imtihanın arifesindeyiz.
Bu yazıyı yazdığım dakikalarda Türkiye’de virüs taşıyan kişi sayısının 18 olduğu ilan edildi.
Önümüzdeki günlerde çok daha sıkı önlemlerin alınması muhtemel.
Ancak tüm bu önlemlerden, tedbirlerden daha önemli bir şey var: Türkiye düşmanlığı virüsü.
Bu virüs sadece bugün Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan 83 milyon 154 bin 997 kişiyi değil, başta Çanakkale’de şehit düşen 250 bin Mehmetçik olmak üzere bu toprakları vatan kılmak için canlarını feda eden tüm kahramanların aziz hatırasını da tehdit ediyor.
Bu hastalıklı virüse çare bulunmazsa ne Korona ile baş edebiliriz, ne ABD ne de Rusya ile…
Korona temas ile yayılırken bu virüsü taşıyanların elindeki telefonda internet olması yetiyor.
Panik, güven kaybı, ülkenin zaafa uğraması en büyük amaçları…
Allah, tüm virüslerin şerrinden muhafaza eylesin.