Geçtiğimiz pazar günü bir yandan İstanbul’un fethinin yıldönümü kutlamaları münasebetiyle coşku ve sevinç yaşarken diğer yandan Kudüs’ten gelen görüntülerle üzüldük.
Hem Türkiye’yi hem de Filistin’i aynı anda takip edenler için karmaşık duyguların hissedildiği bir gündü.
Pazar günü biri öğleden önce ve diğeri öğleden sonra olmak üzere iki ayrı zaman diliminde İsrail polisi himayesinde Mescid-i Aksa’ya düzenlenen baskınlara iki binden fazla Yahudi yerleşimci katıldı.
Mescid-i Aksa’yı yıkıp enkazı üzerinde tapınaklarını inşa etme hayaliyle yanıp tutuşan fanatik Yahudi cemaatlerinin çağrısıyla gerçekleştirilen baskınlara katılanlar arasında Itamar Ben-Gvir ve Yehuda Glick ve Shuli Mualem gibi ünlü isimler de vardı.
Baskına katılanlar Mescid-i Aksa’nın avlusunda İsrail bayrağı açarak kışkırtıcı tavırlar sergilediler ve ayin yaptılar.
Aynı gün akşama doğru da Mescid-i Aksa yakınlarındaki Şam Kapısı bölgesinde İsrail bayraklarıyla yürüyüş düzenlediler.
Filistinlilere, İslam’a ve Müslümanlara ağır hakaretler içeren sloganlar attılar.
İsrail polisi, Mescid-i Aksa avlusunda ve çevresinde direnişi önlemek için onlarca kişiyi gözaltına alırken Kudüs’te Filistin bayrağı açılmasına da izin vermedi.
Filistin bayrağı taşıyan herkese saldırdı.
İşgalciler Kudüs’ü dünyaya sadece İsrail bayrağının dalgalandığı bir Yahudi kenti olarak sunmak istiyorlardı.
Fakat bu amaçlarına ulaşamadılar.
Filistinliler, İsrail bayraklarıyla gösteri yapan Yahudi yerleşimcilerin üzerinde drone ile bayraklarını uçurarak ve işgal güçleriyle çatışarak Kudüs’te var olduklarını ilan ettiler.
Daha da ötesi, bir grup Yahudi yerleşimcinin ancak kendilerinden sayıca çok daha fazla İsrail askeri ve polisi arasında gösteri yapabilmesi Kudüs’ün işgal altında olduğunu dünyaya bir kez daha gösterdi.
İsmail Heniyye başta olmak üzere Hamas liderlerinin geçen hafta boyu yaptıkları açıklamalar sebebiyle Gazze Şeridi’ndeki direniş gruplarının Mescid-i Aksa’ya düzenlenen baskına ve Kudüs’teki Bayrak Yürüyüşü’ne geçen yılki gibi misillemede bulunacağı yönünde bir beklenti oluşmuştu.
Söz konusu beklentinin gerçekleşmemesi soru işaretlerine ve belli ölçüde hayal kırıklığına yol açtı.
Halid Meşal’in Arap ve İslam ülkeleri halklarına yaptığı “Kudüs ve Mescid-i Aksa için sokaklara inin” çağrısı da pek fazla yankı bulmadı.
Filistinli yazar Firas Ebu Hilal’in Arabi 21 sitesindeki son makalesinde işaret ettiği gibi beklentileri yükselten açıklamalar ve tehditler taktiksel bir hataydı.
Gazze halkının da bir tahammül gücü var ve Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı savunma görevinin sadece ona yüklenmesi doğru değil.
İşgale karşı mücadeleyi -eylemlerin olası sonuçlarını da hesaba katarak- daha geniş bir alana ve zamana yaymak gerekiyor.
İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in koalisyon hükümetini ayakta tutabilmesi ve “Filistinlilerin tehditleri karşısında geri adım atmayacağını” göstermesi için 29 Mayıs’taki baskınların ve Bayrak Yürüyüşü’nün yapılması gerekiyordu.
Dolayısıyla işgalciler adeta “zafer kazanmış” havasındalar.
Fakat savaş bitmiş değil.
Filistinlilerin yaşananlardan ders çıkaracaklarını ve işgale karşı mücadelelerini daha sağlam bir zemine oturtmak için planlarını gözden geçireceklerini söyleyebiliriz.