7 Ekim saldırılarının ardından 4'üncü ay biterken, İsrail’in Gazze’deki güvenlik kontrolünü tamamlama arzusunda olduğunu ve 3'üncü evreye girildiğini belirten Başbakan Binyamin Netanyahu’ya yönelik iç kamuoyunda toplumsal siyasal baskılar da artış gösterdi. Netanyahu, bir yandan Gazze’de tutulan İsraillileri geri getirme konusunda süreli ateşkes fikrini masada tutsa da İsrail amaçlarının tamamına ulaşıncaya kadar geri adım atmayacağını ifade etti ve amaçlarını Gazze’deki tüm İsraillilerin geri döndürülmesi, Hamas’ın etkisizleştirilmesi ve Gazze’nin bir tehdit olmaktan çıkarılması olarak sıraladı. Bu açıklama ise İsrail askeri varlığının önümüzdeki süre zarfında da Gazze’de kalacağı anlamına geliyor.
İstenmeyen adam: Netanyahu
Savaşın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ulusal uzlaşı ve Gazze'ye saldırılara verilen toplumsal destek ise artık birtakım sorgulamaları beraberinde getirmeye başladı. Netanyahu karşıtı gösteriler Tel Aviv başta olmak üzere Hayfa, Kudüs ve Netanyahu’nun Kayserya’daki özel konutu önünde gerçekleştirilmeye devam ediyor. Protestocular erken seçim çağrıları yaparak Netanyahu’yu istifaya çağırıyorlar. Netanyahu hükümetinin temel olarak eleştirildiği konuların başında, aradan geçen neredeyse 4 aylık süre zarfında rehin tutulan İsraillilerin tamamının kurtarılmasında gösterilen başarısızlık geliyor. 7 Ekim’in İsrail’de toplumsal siyasal düşünüşe ciddi bir etkisi oldu. Gazze’de tutulan İsraillilerin ailelerinin protestoları ve gösterdikleri tepkilerin yanı sıra, İsrail ordusunun Gazze’deki kayıpları da toplumsal düzeyde eleştirilerin odağında bulunuyor. Gazze’deki Filistinlilerin yaşadığı insani krize nazaran iç kamuoyu eleştirisinin merkezinde daha çok 7 Ekim ve sonrası İsrail tarafındaki kayıpların rol aldığı görülüyor. Bunun yanında, süregiden savaş durumu pek çok konunun henüz açık bir şekilde tartışılmasına müsaade etmiyor. Örneğin, henüz 7 Ekim’de gösterilen güvenlik zafiyeti konusunda İsrail tarafında sorumluluğu üstlenen bir siyasi irade ortaya çıkmadı. Her ne kadar Hamas ile yapılacak bir ateşkes ve savaşın sona ermesi Gazze’deki İsraillileri kurtarmanın bir yolu olarak görülse de savaşın sona ermesi, 7 Ekim konusunda da bir sorgulama sürecini başlatacak. Belirttiği amaçlara ulaşılması konusunda savaşın sürdürülmesini daha iyi bir seçenek olarak gören Netanyahu, ortaya koyduğu hedefler üzerinde bir başarı sağlamadan böyle bir hesaplaşma içerisine girmek istemiyor.
Aşırı sağcı hükümet bileşenleri: Ortak mı, pranga mı?
Netanyahu İktidarının devamlılığı konusunda Gazze’de savaşı sürdürmekten çok koalisyon içerisindeki aşırıcı ortaklarını tatmin etmesi gerekiyor. Bu durum ise bir yandan koalisyon matematiğini korurken diğer yandan Netanyahu karşıtı seslerin daha fazla yükselmesine neden oluyor. Çünkü, hükümet kurulduğundan bu yana, özellikle geçen yılki yargı protestolarında da ön plana çıktığı gibi, aşırı sağcı ortakları Netanyahu hükümetinin toplumsal meşruiyetinin altını oyan en önemli faktörlerden birisidir. Netanyahu’nun kendilerine bağımlılığını bilen bu ortaklar 7 Ekim sonrası hem İsrail içerisinde hem de Batı Şeria’da etkinliklerini ciddi bir kısıtlama görmeden artırarak devam ettirdiler. Son dönemlerde ise hem bu aktörlerin hem de Netanyahu’nun kendi partisi içerisindeki aşırı sağcıların, Gazze Savaşı’nı bir geri dönüş hikayesine dönüştürme çabalarının toplumsal bir huzursuzluk yarattığı da görülüyor. 2005 yılında eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un çekilme planı neticesinde İsrail Gazze’deki Yahudi yerleşimlerini boşalttı. Buna rağmen yerleşimci hareket, bir taraftan Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetlerine yoğunlaşmayı sürdürürken, diğer taraftan Gazze’den çekilme sürecini dramatik bir anlatıya dönüştürmeye devam etti. Bu açıdan, 7 Ekim sonrası süreç yerleşimci siyasal aktörler açısından bir geri dönüş umudu yarattı.
Gazze’ye dönüş söylemi ve yerleşimcilik
Yerleşimciliği, ideolojik anlatısının ve siyasal ajandasının merkezine koyan İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich gibi aşırı sağcı aktörlerin Netanyahu hükümetinde bakanlık yapmaları da Gazze’ye yönelik yerleşim taleplerinin en üst perdeden dile getirilmesine olanak tanıyor. Netanyahu, her ne kadar yeniden yerleşim fikrine karşı çıktığını ifade etse de Likud partili bakan ve vekillerin de katıldığı Nahala isimli yerleşimci örgütün organize ettiği Gazze’ye dönüş etkinliğinde coşkulu bir şekilde dönüş propagandası yapılması Gazze’nin yerleşime açılma fikrinin aşırı sağcı ortaklarla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Ayrıca, iktidarının devamlılığını borçlu olduğu aşırı sağcı aktörler Gazze konusunda ama özellikle Batı Şeria konusunda Netanyahu’ya daha fazla baskı yapabiliyorlar. Bu aktörler formel siyasal alandan dışlanmadıkları sürece iktidar matematiği üzerindeki güçleri sayesinde yerleşimcilik yönünde önemli bir baskı unsuruna dönüşebiliyorlar. Geri dönüş etkinliğinin ana sloganı olan "Yerleşim güvenlik getirir" söylemi de aslında yerleşimler üzerine İsraillilerin algıları üzerinde de önemli şeyler söylüyor. Barış grupları, yerleşimleri İsrail güvenliğinin altını oyan bir gerçeklik olarak görürken, yerleşimci gruplar, yerleşimciliğin güvenlik sağlayıcı yönünü vurguluyor. Bunun dışında yerleşimleri tek tip görmeyen aktörlerin farklı yerleşimler üzerine farklı düşünceler ürettiği de görülüyor. Örneğin Şaron, İsrail Devleti’nin geniş kapsamlı ilk yerleşim stratejisini oluşturmasına ya da 1977’deki Likud iktidarı öncesinde yerleşimci faaliyetlere destek vermesine rağmen 2005 yılında Gazze’deki yerleşimlerin tümünden ve Batı Şeria’nın kuzeyindeki yerleşimlerden geri çekilme kararı aldı. Netanyahu, 7 Ekim ile hesaplaşmaya gitmeden önce rehinelerinin tamamını geri getiren ve Hamas’ı dize getirerek İsrail’i yeniden güvenli bir ülke haline getiren bir lider imajını inşa etmeye çalışıyor. Ancak bu 2 amacın birbirleriyle ciddi ölçüde çeliştiği de bir gerçektir. Gazze’de Netanyahu’nun bu çelişen hedeflerinin ne ölçüde bir araya getirilebileceği de ucu açık bir soru olarak dururken, Netanyahu’nun İsrail’in Gazze’deki askeri varlığının devamlılığı yönünde bir isteği olduğunu gösteriyor. Bunların yanında, hem İsrail içerisinde Netanyahu karşıtı seslerin daha fazla yükselmesi ve aşırı sağcı ortakları üzerindeki etkisinin zayıflaması hem de Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi uluslararası bir platformda İsrail’in sürdürdüğü savaşa karşı seslerin yükselmesi bu devamlılığa meydan okuyan faktörler olarak ortaya çıkıyor.