Dört gün sürecek olan Avrupa Parlamentosu seçimleri bugün başladı.
Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre aşırı sağcı, neofaşist partilerin 184 milletvekiliyle seçimlerde büyük bir başarı kazanması bekleniyor.
Aşırı sağcı neofaşist milletvekilleri tek bir grup oluşturamasa da toplamda sayılarının ilk defa merkez sağı ve sosyal demokratları geçmesi bekleniyor.
Bunun da ötesinde Avusturya, İtalya, Fransa, Belçika ve Hollanda gibi Avrupa Birliği’nin merkezî ülkelerinde aşırı sağcı partilerin birinci parti olması bekleniyor.
Avrupa siyasetini artık her biri küçük bir Hitler olan faşist Geert Wilders, Marine Le Pen, Herbert Kickl, Mattio Salvini gibi isimler şekillendiriyor.
Bu liderlerin ve partilerin söylemleri o derece radikal ki zaman zaman Trump’ı bile gölgede bırakıyorlar.
Çok değil, bundan 20 yıl önce bu tarz isimler ve partiler Avrupa siyasetinde asla ciddiye alınmayan marjinallerdi.
Ama bugün, artık sadece Avrupa ve Amerika değil; küresel olarak çağın ruhu (zeitgeist), ırkçı hareketlerden yana esiyor.
Peki, bu noktaya nasıl geldik?
Küresel düzlemde gözlemlediğimiz bu aşırı sağa ve ırkçılığa yönelişte, Soğuk Savaş sonrasında Batı elitleri tarafından sistemli olarak dünyaya salınan İslam korkusunun önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.
Üretilen Müslüman ve İslam korkusu üzerinden bütün bu aşırı sağcı ve ırkçı siyaset öncelikle Batı siyasetinde normalleştirildi ve meşrulaştırıldı.
Dünyanın geri kalanı da Batı’yı takip etti.
Ama gelin görün ki üretilen bu siyasi atmosfer Avrupa ülkelerinin her birinde küçük Hitlerler üretti ve onlar bugün Avrupa’da iktidara yürüyorlar.
Önümüzdeki 10 yılda Almanya ile Fransa da dâhil olmak üzere birçok AB ülkesi ve ABD bu neofaşist partiler ve siyasetçiler tarafından yönetiliyor olacak.
Bu durumun çok iyi şekilde sonuçlanmayacağını ve Batı’yı bir felakete sürükleyeceğini öngörmek için ise kâhin olmaya gerek yok; tarihe bakmak yeterli!