İran’daki devrimden bu yana yıllardır gergin olan Riyad-Tahran ilişkileri, Körfez Kalkanı’nın Bahreyn’e müdahalesi, Suriye krizi ve yine Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez koalisyonunun Yemen’e müdahalesiyle iyice kötüleşmişti.

Mina’da yaşanan facia iki ülke arasındaki soğuk savaşı iyice alevlendirdi.

Bu yıl bayramın birinci günü hacda yaşanan izdihamdan bu yana İranlı yetkililer, Suudi Arabistan’a yönelik arka arkaya tehdit içerikli açıklamalarda bulunuyorlar.

Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’ye yakın İran Devrim Müesseseleri Müdürü General Murteza Gurbani, dini liderleri Hamaney’in istemesi halinde Suudi Arabistan’ı İsfahan’dan 2 bin füzeyle vurmaya hazır olduklarını açıkladı.

Tahran Cuma hatibinin de bu tür durumlarda görüş bildirmesi adettendir.

Muhammed Ali Muvahhidi Kirmani, önceki gün bu geleneği sürdürerek, Mina’da yaşanan faciadan tamamen Suudi Arabistan’ın sorumlu olduğunu ve facia kurbanlarının cenazelerinin ülkelerine gönderilmeleriyle olayın kapanmayacağını söyledi.

Suudi Arabistan yönetimini hac organizasyonu için yetersiz olmakla suçladı.

Yönetimin yaktığı yeşil ışıkla İranlı komedyenler dahi resmi kanallarda Suudi Arabistan halkını aşağılayan ve Araplarla alay eden ırkçı programlar yapmaya başladılar.

Bu arada İranlı öğrenciler, Tahran’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ni kuşatarak, “Kâbe bizimdir” pankartları açtılar.

Son olarak Rafsancani ve Ruhani gibi “ılımlı” kanadın temsilcileri de Riyad’ı açıkça tehdit edenler kervanına katıldı.

Cumhurbaşkanı Ruhani, “Mina olayında kardeşlikle muamele ettik; fakat gerekirse muktedir olduğumuzu göstereceğiz” meâlinde şeyler söyledi.

İranlı yetkililerin Suudi Arabistan’ı hedef alan tehditlerinin herhangi bir karşılığı yok.

Yaklaşık 10 gündür Tahran’dan Riyad’a yöneltilen ve medyaya yansıyan tehditler, daha önce İsrail’e savrulan “yakarız, yıkarız, yerle bir ederiz, haritadan sileriz” türünden tehditlerin bir benzeri.

Yani ilişkiler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin ve karşılıklı açıklamalar ne kadar sertleşirse sertleşsin, İran ve Suudi Arabistan arasında herhangi bir sıcak savaş beklemeyin.

“2 bin füzeyle vurmaya hazırız” dediklerine bakmayın; Suudi Arabistan’dan İran’a doğrudan bir saldırı olmadıkça İran asla Suudi Arabistan’a savaş açamaz.

Suudi Arabistan demokrasiyle yönetilen bir ülke olmadığı için Tahran’ın hükümete karşı kullanabileceği partiler, dernekler ve vakıflar, medya organları vesaire de yoktur.

Devrimden bu yana Suudi Arabistan, İran’a karşı hep tetikte olduğu için Şii azınlık da genelde kontrol altındadır ve sanılanın aksine ülkede büyük çaplı kargaşa çıkarma gücüne sahip değildir.

İki ülke arasındaki krizlere bir şekilde çözüm bulunur.

Nitekim, Mina’da yaşanan facianın ardından İranlı yetkililerin yaptığı sert açıklamalara ve tehditlere rağmen Suudi Arabistan Sağlık Bakanı ile İranlı mevkidaşı, Cidde’de bir araya gelerek izdihamda hayatını kaybeden İranlı hacıların cenazelerinin nakli konusunda anlaştılar.

İran Sağlık Bakanı, “Suudi Arabistan hacılara hizmet için elinden geleni yapıyor. Mina’daki olay Suudi Arabistan’ın iradesi dışında gerçekleşti” dedi.

Tabii madalyonun bir de öteki yüzü var.

İran, Lübnan’daki eski büyükelçisi Gazanfer Rükünabadi’nin Mina’daki izdihamda öldüğünü itiraf etti.

Rükünabadi, Suudi Arabistan’a farklı bir isimle giriş yapmıştı.

Arap sokağında şu soru gündemde:

“Acaba Mina’daki faciada İran’ın parmağı var da İranlı yetkililer kopardıkları yaygarayla o parmağı mı gizlemeye çalışıyorlar?”