İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), önceki gün Yemen’le ilgili yayınladığı raporunda Yemen’e gönderilen yardımların gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmasının Husiler ve çatışma halindeki diğer silahlı gruplar tarafından engellendiğine dikkat çekti.
Raporda ayrıca el konulan yardımların örgüt üyeleri arasında paylaştırıldığı ve bu durumun bağışta bulunanların azalmasına yol açtığı belirtildi.
Yardımların gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştırılamaması sebebiyle milyonlarca insanın zor durumda olduğu kaydedildi.
Uluslararası insan hakları örgütünün raporunda yer alan bilgiler Yemenlilerin uzun süredir dile getirmekten yoruldukları gerçekler.
Yardım kuruluşlarının hastanelerde Yemen halkına hizmet versin diye gönderdiği ambulansların örgüt üyelerini taşıdığını ve askeri operasyonlarda kullanıldığını gösteren onlarca fotoğraf ve video yayınlandı.
Diğer yardımlar da aynı şekilde doğrudan Husilere gidiyor.
Daha da ötesi, uluslararası kuruluşların Sana’daki ofislerinde çalışan Yemenlilerin Husiler tarafından atandığı ve aldıkları maaşın bir kısmını örgüte vermek zorunda oldukları, kabul etmeyenlerin görevden uzaklaştırıldıkları iddia ediliyor.
Birleşmiş Milletler’in (BM) ve uluslararası kuruluşların yardımlarının ihtiyaç sahipleri yerine yanlış adrese teslimi ilk kez görülen bir şey değil.
Suriyeli 55 STK ve yardım kuruluşunun 2016 yazında BM yardımlarıyla ilgili hazırladığı raporda insani yardımların yüzde 88’inin rejimin denetimindeki bölgelere ve geri kalan yüzde 12’sinin muhaliflerin kontrolündeki bölgelere gittiği belirtilmiş, BM rejime yakın durmakla suçlanmıştı.
Yemen’de yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılamamasından sadece Husileri sorumlu tutmak ve suç ortaklarını görmezden gelmek yanlış olur.
Suriye rejimini el altından destekleyen BM ve uluslararası kuruluşlar, Yemen’de de Husileri koruyup kolluyor.
Suriye’de Baas rejimine, Lübnan’da Hizbullah’a ve Yemen’de Husilere verilen örtülü desteğin altında “azınlıklar aracılığıyla İslam dünyasını bölüp parçalama” amacının yattığını söylemek yanlış olmaz.
Bu politikanın en büyük savunucusunun ve uygulayıcısının da Fransa olduğu biliniyor.
Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından Lübnan’ı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Hizbullah örgütü liderleriyle görüşmüş ve gizli kalması gereken görüşmeyi haberleştirerek deşifre eden gazeteciyi kameraların önünde azarlamıştı.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin de geçenlerde yaptığı açıklamada bir skandala imza attı ve ülkesinin karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin “Sünni terör tehlikesi” olduğunu söyledi.
Darmanin’in Irak’ta ve Suriye’de terör estiren, birçok katliam gerçekleştiren ve masum insanların kanını döken Şii milisleri görmezden gelip Sünni Müslümanları terörle yaftalaması elbette basit bir dil sürçmesi ya da kasıtsız yapılmış bir açıklama değil.
Bu mezhepçi dili Macron’un Beyrut ve Bağdat’a gerçekleştirdiği ziyaretlerle birlikte okumak gerek.
Yemen’e ve Husilere dönecek olursak…
Bir yanda İran’ın açıkça ve uluslararası toplumun el altından desteklediği Husiler, diğer yanda kendi çıkarları peşinde koşan Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) koalisyonu.
Acısını sahipsiz Yemen halkı çekiyor.