Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesiyle birlikte insanlar da hayatı çok hızlı yaşamaya başladı, her şeyden çabuk sıkılır oldu. Uzun süreli şeylere karşı tahammül kalmadı. Her şeyden zevk almayı ister oldu; kendilerine haz vermeyen hiçbir şeye değer vermiyorlar. Hiçbir şey kaçmasın, haz alınmadık bir şey kalmasın, her şeyin tadına bakalım düşüncesiyle de hayatı müthiş hızlı yaşıyorlar. O kadar hızlı yaşıyorlar ki çevrelerindeki güzellikleri fark etmelerine imkân kalmıyor; hayatı, güzellikleri ıskalıyorlar. Gözleri hep uzaklarda olduğu için yakınlarındaki güzellikleri fark edemiyorlar. Gözleri hep daha fazlasında olduğu için azla yetinmek nedir bilmiyorlar, daha fazla olursa daha mutlu olacakları yanılgısı ile hareket ediyorlar… Kemal Sayar, “Yavaşla” kitabında “Görmenin yerini bakmak hatta bakmanın yerini göz atmak aldı. Şeyler, artık iki göz atış arasındaki süre boyunca ilgimizi çekebiliyor” diyor.

Bir zamanlar Afrika’da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar; beraberlerindeki eşya ve yükleri, yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkarlar. Kafile zor tabiat koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa devam ederken yerliler birden durur. Taşıdıkları yükleri yere indirir ve hiç konuşmadan beklemeye başlarlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen Batılı arkeologlar, bu duruma bir anlam veremez; zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak yerlilerin neden durduklarını öğrenmek isterler. Fakat yerliler, büyük bir suskunluk içinde sadece beklerler. Rehber, “Neden durdunuz, niçin bekliyoruz?” diye tekrar sorduğunda yerliler yanıt verir: “Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor.”

Kanaatkâr, cömert, fedakâr, diğergam, vefalı, hoşgörülü, iyi niyetli insanlar dünyadan bir bir göçünce günümüz insanı da ruhunu geride bırakıp sadece heva ve hevesinin peşinde koştuğu için kanaatkârlık, cömertlik, fedakârlık, diğergamlık, vefa, hoşgörü, iyi niyet de hayatımızdan bir bir çekildi. Bunların yerini açgözlülük, cimrilik, bencillik, ihanet, tahammülsüzlük ve art niyet aldı. Ortaya ruhsuz insanlar(!) yığını çıktı. Olumlu özellikleri üzerinde taşıyan, kendinden çok başkasını düşünen ya da en azından sadece kendini düşünmeyip başkalarını da düşünen insanlara ise “enayi” gözüyle bakılır oldu genellikle.

Kimse, bir başkasına karşılıksız bir yardımda bulunmuyor; biri size karşılıksız bir iyilikte bulunsa altında mutlaka başka bir şey arıyorsunuz. İyilik yapana da ilk başta pek iyi gözle bakmıyorsunuz, acaba altından ne çıkacak endişesini yaşıyorsunuz.

Bütün bunların sebebinin gereğinden çok hızlı bir yaşam sürmemizden, her şeyden haz almak düşüncesinde olmamızdan, yalnızca kendimiz için bencilce yaşamamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Artık hızlı yaşamanın yaşamak olmadığının farkına varmalı, hız ve haz peşinde koşmayıp yavaşlamalıyız.

O zaman ne diyoruz? Yavaşla, ruhunu geride bırakmadan yaşamaya başla…