6 Şubat 2023 tarihinde bilindiği üzere Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde, saat 04.17’de ve 13.24’te 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Hatay’da en çok İskenderun ve Antakya ilçeleri zarar gördü. Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya, Diyarbakır, Adana, Kilis ve Elazığ, bu felaketlerle yüz yüze geldi. Resmi rakamlara göre bu depremlerden en az 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti. Depremde ve depremden sonra bölgelere birçok yerden yardım geldi fakat bu yardımlar kimi yerde yeterli kimi yerde yetersiz oldu. Hatay’da 23.065 kişi hayatını kaybederken, 30.762 kişi ise yaralandı.
En fazla kaybın olduğu Hatay’da yaşayan depremzede Mehmet Ali Ertunç, deprem anında ve sonrasında yaşananları Diriliş Postası’na anlattı…
“6 ŞUBAT’TAN SONRA BİRÇOK ŞEYİ UNUTTUM”
6 Şubat’ı hatırlamak epey üzücü. Hatay’ın Dörtyol ilçesinde yaşıyorum. Depremden en az etkilenen bölgelerden bir tanesi. Maalesef 70 civarında can kaybı var ama Antakya, İskenderun gibi ilçelerle kıyasladığımızda oldukça düşük bir rakam. Ben deprem gecesi saat 01:00 civarında kız arkadaşımla mesajlaşıyordum. Bu mesajlaşmamızı depremden sonra hatırladım. Çünkü 6 Şubat’tan sonra sanki öncesi yokmuş gibi birçok şeyi unuttum. Mesajlaşırken uyuyakalmışım. Normalde telefonumu şarja takmadan asla uyumam. Ama o gün nasıl olduysa telefon elimde uyuyakalmışım.
“İŞ MAKİNASI EVİN ÜSTÜNE DÜŞTÜ SANDIM”
26 yaşındayım. Bu zamana kadar ufak sarsıntılara denk geliyorduk ama bunlar artçı sarsıntılardı ve yılda bir defa falan denk gelirdi. Ben genelde soğukkanlı biriyim. Deprem olurken uyandım, evin hafif sallandığını fark ettim. Sonra sarsıntı artıyor gibi oldu ve yavaş yavaş sarsılan ev bir anda inanılmaz bir gürültüyle sallanmaya başladı. Bilgisayar masasında monitör vardı o düştü ve ben hala ne olduğunu anlayamıyordum. Evin yanında iş makinaları vardı, onlardan birinin evin üstüne düştüğünü düşündüm.
Ev inanılmaz bir şekilde sarsılmaya devam etti. Aşağıdan gelen gürültüyü anlatamam. ‘Kesinlikle bu ev yıkılacak’ diye düşündüm. Hemen yatağın yanına yattım. O sırada ‘anne, baba’ diye bağırmaya başlamışım. Sarsıntı durdu, hemen ailemin yanına koştum. Uyanmışlardı, hemen aşağı indik ve arabaya bindik. Niye arabaya bindiğimizi de anlamamıştım. Dışarda inanılmaz bir yağmur yağıyordu. Arabanın kapısını kapattık, ikinci deprem başladı.
İkinci sarsıntı da bitince biraz bekledik. Ben bir şekilde akrabalarımı, arkadaşlarımı aramaya çalıştım. Bazılarının telefonu çalıyor, bazılarının çalmıyordu. 5-6 kişiye ulaştım, herkes iyi durumdaydı. Hepsi zaten Dörtyol’da yaşıyor. ‘Çok sağlam sallandı ama çok şükür bir yıkım olmadı’ diye düşünüyorduk.
“’ENKAZ ALTINDAYIM, YETİŞ’ DEDİ”
Eve geri girdim, karanlıkta bir mont buldum. Telefonumun şarjı %17 kalmıştı. Montu giyip evin arkasından, bahçelerin içinden etraftaki evlere de bakarak amcamların evine gittim. İnsanların evlerinin önünde ateş yakıp oturduklarını gördüm. Herkes haber almaya çalışıyordu ama genel olarak bir sıkıntı görünmüyordu.
Sonra yayladaki kuzenlerimizden haber geldi. Yayladaki eski ev çökmüş ve duvar, bir tanesinin üzerine çökmüş ama onu çıkarmışlar. Amcamların evinden aşağı yürürken, kız arkadaşımın beni ya da benim kız arkadaşımı aradığını hatırladım. İlk ve ikinci aramada ses yoktu. Üçüncü aramada kız arkadaşım bana ‘enkaz altındayım, yetiş’ dedi.
“KORKU FİLMİ GİBİYDİ”
Beynimden vurulmuşa döndüm. Aydın Apartmanı’ydı. Kuzenimi aradım hemen, çağırdım. Kuzenim beni aldı. Aydın Apartmanı’na gittiğimde gördüğüm manzara karşısında şoke oldum. 5 katlı apartman yerle bir olmuştu. Etrafta 1-2 tane polis vardı. İki tane de ambulans vardı. Arkadaşıma bağırmaya başladık ama onu bulamadık. Ambulanslara ’20 yaşlarında genç bir kız aldınız mı?’ diye sordum. ‘Hayır, git hastaneye bak, götürülmüş olabilir’ dediler. Hastaneye gittik, acil kapısından girdik. Gördüğüm manzarayı hiçbir şekilde anlatamam. Korku filmi gibiydi, insanlar yerlerde yatıyordu. Birine yerde kalp masajı yapıyorlar, biri orada ölmüş. Çok tuhaf bir manzaraydı. İsim kaydı vs. yoktu. Gelenler, kişileri tanımlayarak arıyorlardı. Tek tek kapıları açtık ama arkadaşım yoktu. Ambulanslar geliyor yine yok.
“BANA SARILDI VE BAYILDI”
Saat 05:10 civarıydı. Geri enkaz alanına döndük. Biraz daha kalabalıklaşmıştı. Hala karanlık ve inanılmaz bir yağmur vardı. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. AFAD’ın gelmesini bekledik. Köşede bir kızın ağladığını gördüm. Yanına koştum. Baktım ki arkadaşım. Bana sarıldı ve direkt bayıldı. Hemen ambulansa götürdüm onu ve o sırada telefonunu aldım. Sürekli arama geliyordu ama ses yoktu. Bir kuzeni aradı. Durumu anlattım. ‘Çabuk gelin’ dedim. Geldiler. Ben arkadaşımın başında bekliyorum. Hava aydınlanmaya başladı. İnsanlar ‘ne yapabiliriz?’ diye düşünmeye başladı.
“ANNESİNİ, BABASINI, İKİ KARDEŞİNİ KAYBETTİ”
Uğraşıyorduk ama ne yapacağımızı bilmiyorduk. Televizyondan görüldüğü gibi değildi. Öğle saatleri oldu. Herkes bir yandan kazma kürekle çalışıyordu. Bir tane vinç bulduk. Jenaratör yoktu. Bölgenin milletvekili, belediye başkanı vs. oradaydı ama hala jenaratör yoktu. 5-6 tane bina yıkılmış. Daha sonra jenaratör bulduk. Arkadaşım, annesini, babasını ve iki kardeşini kaybetti. Arkadaşımın anlattığına göre kendisi deprem anında uyumuyordu. Deprem olduğunda hep birlikte çıkmaya çalıştılar, ikinci katta oturuyorlardı. Çıkmaya çalışırken kardeşinin ayağı takılıyor ve düşüyor. Geri dönüyorlar. Tam apartmanın kapısına geldiklerinde annesi arkadaşımı dışarı itiyor ve apartman çöküyor. O sırada apartman boşluğunda olduklarını öğrendik. Orada çalışmalar başlamıştı.
“İKİ KIZ ÇOCUĞUNU ENKAZDAN ÇIKARDIK”
İlk gün öğlen saatlerinde ses duyduk. Sesini duyduğumuz insanları çıkarmamız akşam 21:00’ı buldu. Bir baba ve engelli bir kız çocuğunu çıkardık. Maalesef adamın eşi ve oğlu vefat etti. Saat gece 2-3 suları oldu. Kepçe operatörü, ‘apartmanda hiçbir değişiklik yok, sadece 2 kişi çıktı, bu iş böyle bitmeyecek. Yavaştan açmaya başlayalım’ dedi. 30-40 dakika çalıştılar. Kepçe operatörü yatak gördüğünü söyledi. ‘Sesimizi duyan var mı?’ diye bağırdık fakat ses yoktu. Adam tam kepçeyi çalıştıracakken, iki kız çocuğu ağlamaya başladı. 5. Katta oturan aile… 3 kızları var… Bebek, anne ve baba yatak odasında. Diğer iki kız da kendi odasında. Deprem anında yatak odasının duvarı patlıyor ve anne baba yürüyerek enkazdan çıkıyor. İki kız enkazda kalmıştı. Çocukları sabaha karşı 03:30-04:00 gibi bulduk. 06:30-08:00 gibi çocukları çıkardık.
“KAYMAKAM ‘AFAD GELMEYECEK, BEKLEMEYİN’ DEDİ”
Merdiven boşluğunun olduğu yerde hala bir çalışma yoktu. Çünkü ekipman yetersiz, AFAD gelmemişti. İnsanlar akrabaları için İstanbul’dan gelmişti. Kaymakam ‘AFAD gelmeyecek beklemeyin. İskenderun, Antakya perişan durumda. Buraya gelmezler. Beklemeyeceğiz, kendimiz halledeceğiz’ dedi. İnsanlar bana gelip gelip ‘İskenderun ve Antakya bitmiş’ diyordu.
“YANMIŞ CESETLER BULDUK”
İki çocuğu çıkardığımız günün aynı gecesinde iki tane yanmış ceset bulmuştuk. Apartmanda sobadan kaynaklı yangınlar vardı. Cesetlerden birisi polis memuru diğeri de eşine aitti. İkinci gün oldu, çalışmalar hızlandı. İlk gün neredeyse hiç çalışma olmadı. İnsanlar bir yandan demiri kesiyor bir yandan da vinç çalışıyordu.
“SADECE CENAZE ÇIKIYORDU”
Akşam oldu. Sadece cenaze çıkıyordu. Hiç sağ yoktu. İki kız çocuğunun çıkması umudumu arttırmıştı… İkinci günün akşamında bir influencer Hatay’a geldi. Bana alandan gitmemi söylediler çünkü iki gündür hiç uyumamıştım. Söz konusu influencerı apartmanın oraya getirdim, sonra İskenderun’a gittik. İskenderun’a girince şoke oldum. Her yer yıkılmıştı. Üniversitenin içinde Afet Koordinasyon Merkezi vardı, oraya gittik. Ardından arabanın içinde uyuyakalmışım. 4 saat kadar uyumuşum. Ardından bir enkaza daha gittik. Depremin ikinci gününün akşamıydı ve oraya kimse gelmemişti. Apartman yıkılmış, ses geliyor fakat kimse yoktu. O alana kepçeyi götürdük, sonra ben yine uyuyakaldım. Sabah uyandığımda İskenderun’da kolejin önündeyiz. Ardından tekrar koordinasyon merkezine gittik. Daha sonra Antakya’ya doğru yola çıktık.
“YEMEK YİYEMEDİM, UTANDIM”
Arkadaşımmın kuzenleriyle iletişime geçtim. Sabaha karşı biri beni aradı ve ‘maalesef cenaze çıktı, onların olduğunu düşünüyorum’ dedi. Öğle vaktiydi. Normalde Antakya’ya 1 saatte gidiyorduk fakat o gün 3-4 saatte gittik. Belki daha fazla. Çünkü yol tıkanmıştı. Bir yandan ambulanslar, bir yandan tırlar Antakya’ya gitmeye çalışıyordu. Ardından bir cenaze haberi geldi. Antakya’dan geri döndük. Cenazeyi defnettik. Eve geldim. Evde hasar yoktu ama olup olmadığını da bilmiyorduk. Çünkü depremin üstünden üç gün geçmişti ve denetim henüz yoktu. Eve girdikten sonra klimayı açtım annemler dışardaydı. ‘Evimiz yıkılırsa yıkılsın, umurumda değil, ben öleceğim’ dedim. Çünkü hipotermi seviyesine gelmiştim. Üçüncü gün oldu, hala titriyordum. Klimayı açtım titremem devam ediyordu. Üstüme yorgan aldım. Isınmaya çalıştım. Annem yemek getirdi. Bir kaşık aldım, sonra yiyemedim. ‘İnsanlar bu psikolojiyle dışarda neler çekiyor, ben nasıl yemek yiyeceğim’ diye düşündüm. Utandım.
İskenderun’dan bir arkadaşım aradı. ‘Arsuz’a yardım götüreceğiz ama araç yok, gelir misin?’ dedi. İskenderun’a tekrar yola çıktık. Tırlar lojistik depolarına iniyordu. Oradan yükleyip, Arsuz’a ve hiç gidilmeyen yerlere yardım götürmeye başladık. Bu süreç böyle devam etti. Yaklaşık 2 ay boyunca sahadaydık. Birinci derece yakınımı kaybetmedim ama birçok arkadaşımı kaybettim. Arkadaşımın ailesini kaybettik. Depremin 6. Ya da 7. Günü yardım dağıtırken, sadece arkadaşlarımızın vefat haberlerini duyduk. Olumlu hiçbir şey yaşanmadı. Bu psikoloji nasıl tarif edilir, bilmiyorum.
“MARKA VE RENK SEÇENLERİ GÖRDÜM”
‘Mal da yalan mülk de yalan’ diye bir söz vardır. 1 dakika içerisinde binlerce insanın canını kaybettiğine, bütün emeklerin, evlerin, her şeyin kaybedildiğine şahit olmak, nasıl bir psikolojiye sürüklerse o haldeydim. Yağmalamalar oldu. Küçükken depremlerde yağma olduğu anlatılırdı bana ama ben biraz abartıldığını düşünürdüm. Fakat öyle değilmiş. Örneğin depoda yardım dağıtırken, ‘Şu marka olsun, şu marka olmasın’ diyenler oldu. Ürünlerin rengini seçenleri gördüm. İnanılmaz bir yağma vardı. Bir tarafta da çocuğunun ayağında çorap olmayan, onu almaya utanan insanlar vardı.
“ÇOCUKLAR KENDİ HARÇIKLARINI GÖNDERMİŞ, HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIK”
Yardım için gönderilen kıyafetlerin içinde 4-5 lira para ve not buluyorduk. Çocuklar kendi harçlıklarını göndermişler. Hüngür hüngür ağladığımız oldu. Çaresizlik duygusunu sonuna kadar hissettik. Paranızın olması, varlıklı olmanız, iyi insanlar tanımanız, depremde hiçbir şeye yaramıyor. Çünkü insanlar önce kendi ailesine koşuyor. Bir enkazda birini çıkarmaya çalışırken çok bekliyorduk.
“ÇARESİZLİK DUYGUSUNU DİBİNE KADAR YAŞADIM”
Antakya’da ilk günde devlet vardı ama Antakya’nın ilk kısmında vardı. İleriye gidebilmesi için önce oradaki enkazların kalkması lazımdı. 5. Gün hala yardım gelmeyen insanlar vardı bu yüzden. Ben devletin yetersiz kaldığını, birçok ihmalin olduğunu düşünen taraftayım.
Depremde çaresizlik duygusunu, minneti ve bütün duyguları dibine kadar yaşadım. Tuhaf bir his. Deprem psikolojisini atlattım, bu aralar yine sık sık oluyor. Ölüm ya da deprem korkum yok. Fakat o günleri hatırladıkça içim bir tuhaf oluyor. Bazı kişiler bunları sosyal medyada paylaşmaktan yana değil, hep iyiyi düşünmeliyiz diyorlar ama ben sıklıkla paylaşıyorum. 6 Şubat’ta anma programına katılmayı da düşünüyorum. Sürekli depremle ilgili paylaşımlar yapıyorum çünkü hala inanılmaz bir mağduriyet yaşanıyor.
“HALA ÇADIRDA KALAN İNSANLAR VAR”
Aradan 1 yıl geçti ama Antakya’da çadırda kalan insanlar var. Her yağmurun ardından mağduriyet oluşuyor, bölge soğuk. Yazın da inanılmaz sıcak oluyor. İskenderun yavaş yavaş toparlıyor ama hala sahilde kaldırılmamış enkazlar var. Dörtyol’da enkaz kaldırma çalışmaları çoktan bitti. Fakat Antakya’nın durumu bayağı kötü bir durumda.