Türkiye’nin yakın siyasi tarihine baktığımızda 94 yılda kurulan 65 hükümetin içinde yer aldığı çalkantılarla dolu yıllara tanıklık ederiz. Bu yüzyıllık serüvenin ilk yarısı parlamenter sistemi kurmakla geçerken ikinci yarısında ise bu sistemin acı tecrübelerinin her biri tarihi bir vesika olarak kayıtlara geçmiştir. Bugün geldiğimiz noktada ilk kez, sürekli olarak kriz üreten sistemden kurtulmanın imkânı ya da fırsatı bir referandumla milletimize sunulmuş durumda.
Muhammed Şimşek /Analiz Haber
İlk iki yazımızda Erbakan, Türkeş, Demirel, Özal gibi önemli siyaset adamlarının ihtiyaç duydukları yönetim şekli olarak “Başkanlık” sistemine ne denli önem verdiklerini ve yeri geldikçe bir sistem değişikliğine gidilmesi gerektiği yönündeki görüş beyanlarını ele aldık. Öyle ki liderlerin kimi bu görüşünü parti programına almış kimi kamuoyunda tartışmaya açmıştı. Başkanlık sistemi istemlerini liderlerden bazıları kaleme aldığı kitapta bahsetmiş bazıları ise kürsüden halka hitap ederken dile getirmişti.
Hal böyleyken her biri kendi başına siyasi harekete dönüşmüş tüm bu önemli liderlerin hepsinin ülkeyi kötü yönettiği söylenebilir mi?
Aklıselimle düşünülüp şapkayı önümüze koyduğumuzda sorunun kişiler değil sistem olduğunu görmek için özel bir çabaya gerek yok. Meselenin neresinden tutarsanız tutun ülkenin mevcut sistemden kurtulması gerekmektedir.
Burada bir kez daha hatırlatalım ki bu mesele, defalarca parlamenter sistemin dişlileri arasında kaldığı halde ayakta durmayı başaran Erdoğan’ın şahsıyla ilgili basit bir talep değil, ülkenin içinde bulunduğu konjonktürde daha dinamik ve hızlı yönetim şekline duyduğu ihtiyacın ifadesidir. Üstelik bu sistemin tepeden tırnağa bileşenlerini doğrudan belirleyecek olan ise millet iradesinin ta kendisidir.
94 YILDA 65 HÜKÜMET KURULDU
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 94. yılında bugüne kadar 65. Hükümet kuruldu. Bu şu demek: ülkemizde neredeyse 16 aya bir hükümet düşüyor. Bu durum istikrar, büyüme ve refah seviyesini artıracak karar mekanizmalarının iş yapamadan yıkılıp yenisinin kurulmasına yol açıyor. Diğer yandan demokrasiye geçtiğimiz tarihten bugüne geçen 72 yılda 6 askeri darbe oldu bu ülkede. Bu süreçte hükümetler tam 19 defa IMF’den borç ister pozisyona düştü. Yapılan stanby anlaşmaları yüzünden ülke 30 cente muhtaç hale geldi.
Geçmişte başkanlık talep eden Özal’a karşı çıkanlar bugün Erdoğan’a muhalefet ediyor. Erdoğan ülkenin ihtiyacını görerek net duruş sergiledikçe de muhalefetin şiddeti ve süreci provoke eden söylemlerin ardı arkası gelmiyor. Aslında bu konuda söz söyleyen herkesin dönüp yakın siyasi tarihe bakıp meselenin tarihi serüveni içinde ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlayıp hakkaniyet ölçüsü içinde konuşarak rejim tartışması çıkarmak yerine serinkanlı üslupla sistemin dönüşümüne katkı sunması gerekiyor. Yani meselenin kişilerden bağımsız, millet, tarih ve gelecek ekseninde düşünülmesi lazım. Dün Erbakan, Türkeş, Özal ve Demirel başkanlık sistemini istiyorlardı. Bugün onlar aramızda değil. Fakat ülkenin o kötü sistemi hala mevcut ve sorun hala devam ediyor. Yarın Recep Tayyip Erdoğan’da olmayacak, biz de olmayacağız. Ama bu ülkenin ilelebet payidar olması ve gelecek nesillere daha müreffeh bir ülke bırakabilmemiz için her daim kalıcı olan sistemin değişmesi gerekiyor.
BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRKİYE’YE NEDEN GELMEDİ?
Bunca önemli liderin istemesi ve 45 yılı aşkın bir süredir defalarca ülke gündemine gelmesine rağmen başkanlık siteminin kurulamaması milletin başındaki heyulanın bugüne kadar ne denli etkili olduğunu gösteriyor. Zira başkanlık sistemi her gündeme geldiğinde ülkedeki vesayet odakları harekete geçerek yaptıkları türlü baskı ve kara propagandalarla konunun tartışılmasının dahi önüne geçmiştir. Her seferinde kaybeden millet ve ülke olurken oligarşik bürokrasi ve statükocu zihniyet kazanan taraf olmuştur.
SON DÖNEMDE “BAŞKANLIK” İLE İLGİLİ NELER OLDU?
Başkanlık sistemine giden yolun çakıl taşlarıyla dolu olduğunu belki de en iyi bilen Türkiye’nin hali hazırdaki en karizmatik lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ülkesinin geleceğini hızla inşa etmek için “Başkanlık Sistemi”ne ihtiyaç duydu. Attığı adımlardan ülkesinin yakın siyasi tarihini iyi okuduğu net şekilde görülen Erdoğan bugün başkanlık sistemini en güçlü biçimde dile getiren tek lider oldu. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde muhalefet cephesinin hep bir ağızdan “Diktatörlük” olarak adlandırarak meselenin tartışılmaması için bilinçli bir çalışma yürüttü.
7 Şubat MİT krizi sonrasında başlayan ve seri şekilde gerçekleşen FETÖ saldırıları sebebiyle başkanlık sistemi halka tam anlamıyla anlatılamadı. O günlerden bugüne gündem sürekli olarak polis, yargı ve son olarak askerler oldu ve başkanlık meselesi hep ikinci planda kaldı. Çünkü bu sistemle Türkiye’nin önünün açılacağını bilen karanlık odaklar her fırsatta türlü darbe girişimleriyle ülkenin başına karabasan gibi çökmeye çalıştı. Başkanlık sistemine söylemleriyle karşı duran siyasetçiler de o karanlık odakların ekmeğine tabir yerindeyse yağ sürmüş oldu.