İslam tarihi boyunca pek çok görüş dinin temel umdelerine mugayir olarak görüşler serdetmiş yeni birtakım sözde fıkıhlar geliştirmişlerdir. Hemen Peygamber Aleyhisselam döneminden sonra başlayan tahrif hareketleri zaman zaman Müslüman toplumlarda karşılık bulmuştur. Buna mukabil Müslümanlar hangi coğrafyada olursa olsun kahir ekseriyetle ana omurgadan ayrılmamış ve dini Efendimiz Aleyhisselam’ın öğrettiği şekliyle yaşmaya gayret etmişlerdir. Bu, Allah’ın yardımı ve Kur’an-ı Kerim’de ifade buyurduğu gibi dini korumaya dair garantisinin bir tezahürüdür.

İçinde bulunduğumuz çağda da durum faklı değil maalesef. Yine birtakım insanlar çıkıyor ve İslam’a rağmen İslam demeye devam ediyor, amentümüzü yerinden sarsmaya azmetmiş bir hal ile sözde yeni bir dini yorum getirmeye kalkıyor, Peygamberimiz’i (as) yok sayarak, hadislerle kavga ederek ifratla tefrit arasında gidip gidip geliyor. İşte Fetullah Gülen başından beri böyle karakterde bir hareket peyda etmek istedi. Çıktı dinler arası diyalog dedi ‘Allah katında yegâne din İslam’dır’ ayetine aykırı olarak. Farz olan bir tesettür ibadetine ‘furuat’ dedi. Ve daha pek çok arızalı fikirler.

İş öyle bir noktaya vardı ki zaman içinde Suat Yıldırım isimli adama yazdırdığı meal marifetiyle doğrudan ayetlere dahi müdahale edecek aymazlığı buldu kendinde. Yetmedi, ‘cahil kitlelerin kıt anlayışını genişletmek için’ Fetullah Gülen’in Fıkhını Anlamak, Fetullah Gülen’in Tasavvuf Anlayışı gibi kitaplar yazıldı. Yine bu katilin kendi kontrolünde tabii.

Tüm bunlar vuku bulurken âlimlerimiz defalarca ve defalarca ayağa kalktılar ve bu vaziyete isyan ettiler tabiri caizse. Zira yapılan kötülük doğrudan din-i mübini İslam’aydı. Bu kabul edilemezdi. Ancak hocaların bu haykırışı kendi halkaları kadar ciddiye alındı. Zira söz konusu FETÖ çetesi medyasıyla, yazarçizer takımıyla yazılan, söylenen meseleleri propaganda etmekle kalmıyor itiraz geliştiren herkese itibar suikastları yapıyordu. Çetenin bir kısmı doğrudan itikadi bir bozulma içine girmişlerdi çoktan.

Bu çeteye sempatiyle bakan ama henüz hipnotize olmamış kitleler nasıl ikna ediliyordu peki? Öyle ya, İslam’a aykırı ne varsa yazılıyor, söyleniyor ama az bir grup dışında kimsenin gıkı çıkmıyor. İşte tam bu noktada da kadim bir yöntem olarak ‘te’vil’ devreye sokuluyordu. Te’vil, yorum/yorumsama üzerinden sözüm ona ifade edilen hakikatleri şerh etme, açma, açıklama demek. Yani ‘o aslında şunu demek istedi’ kabilinden birtakım güzellemelerle insanları ikna çabası hasıl oldu. Geride kalanlar, bu te’vilden dahi anlamayanlar ise zaten zavallılardı. Allah hidayet versindi. Böylece toplumun bir bölümde itikadi sapmalar çoktan baş göstermiş ve istenilen noktaya getirilmişti.

Bu hikâye bizim için ancak bir ibret vesikası olabilir. Kim ki itikadımıza sirayet ederek, yalan yanlış bir şey yazar ya da söylerse bunun insanları katil edecek bir yere getireceğinden hep şüphe edeceğiz. Nitekim, dinimizi muhafaza etmek demek, benliğimizi, şahsiyetimizi muhafaza demektir. Aksi takdirde omurgasız, şahsiyetsiz, sürülerden başkası olmayız vesselam…

Hüseyin Yahya Şekerci

Editör: Haber Merkezi