EKREM ÖZDEN / ÖZEL HABER

Bin yıl sürmedi ama mağduriyetler hâlâ devam ediyor

Necmettin Erbakan’ın Başbakan, Tansu Çiller’in Dışişleri Bakanı olduğu 28 Şubat 1997’de olağanüstü toplanan Milli Güvenlik Kurulu sonrası açıklanan kararlarla başlayan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ifadesiyle “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat; bugün fiilen bitmiş olsa da yol açtığı mağduriyetler hâlâ sürüyor.

“Bin yıl sürecek” diye umut ettikleri 28 Şubat Süreci 10 yılını doldurmadan milletin gündeminden düştüğü halde o dönem iftira ve kumpaslarla haksız yere yargılanıp hapse atılanların mağduriyetleri hâlâ devam ediyor. İnandıkları gibi yaşadıkları için fişlenen, işlerinden istifaya zorlanan ve türlü işkencelere maruz kalan insanların yanı sıra yüzlercesi de hapse atıldı. 28 Şubat’ın hapse attığı Yusufîler hür olmadan sivil ya da askerî darbelerle gerçekten hesaplaşılması mümkün görünmüyor…

Necmettin Erbakan’ın Başbakan, Tansu Çiller’in Dışişleri Bakanı olduğu 28 Şubat 1997’de olağanüstü toplanan Milli Güvenlik Kurulu sonrası açıklanan kararlarla başlayan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ifadesiyle “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat; bugün fiilen bitmiş olsa da yol açtığı mağduriyetler hâlâ sürüyor.

İnandıkları gibi yaşadığı için binlerce insan baskılar sonucu memuriyetten istifaya zorlandı, memuriyetten atıldı, binlerce insan fişlendi, yüzlercesi haksız yere hapse atıldı. Tarihi boyunca milletin manevi değerleri, inancı, inancını yaşama biçimi ile her zaman problemli olan Kemalist diktanın baskılarının en ağır şekilde hissedildiği günler…Başörtülü öğrencilerin sınıflara girmesi yasaklanıyor, okul önlerinde protesto gösterisi yapan dindarlar joplanıyor, başörtülerinden, inançlarından, inandıkları gibi yaşama düşüncesinden vazgeçsinler diye ikna odaları kuruluyordu. İmam Hatip öğrencileri; öğretmen, mühendis, doktor olamasınlar diye sınavlarda kat sayı engeli çıkarılıyor, binlerce insan yapılan fişlemeler sonucu ya istifa etmeye zorlanıyor ya da memuriyetten atılıyordu. Öyle ki, eşinin başı örtülü diye yüzlerce ordu mensubu, işini çok iyi yapmasına rağmen “Atatürkçü yaşam biçimini benimsemediği” için YAŞ kararlarıyla ordudan ihraç ediliyordu.

“Bin yıl sürecek” deniyordu

Bir yandan medyada “Türkçe ibadet” tartışmaları yapılıyor, öte yandan ‘Proje’ insanlar/gruplar üzerinden dindarlar töhmet altında bırakılıyordu. Müslümanlar; medya, yargı ve ordu tarafından kıskaca alınırken, gizli bir el topluma “Cici/ılımlı Müslüman, ilim adamı, diyalogcu” diyerek Fetullah Gülen’i parlatıyordu. 1974’te Nurculardan ayrılan Fetullah Gülen’in, adım adım ilerlediği devlete sızma projesine hız verdiği günler… Müslümanlara karşı Kemalist diktayla işbirliği içerisine giren Gülen, “Kadının başını örtmesi meselesi bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arz etmez bunlar. Teferruata ait meselelerdir” diyerek başörtüsü için verilen mücadelenin direncini kıran Gülen, bir anda “laikçilerin en sevdiği hoca” oluveriyordu.

‘Kudretli Paşalar’ dönemi

Devlete sızmak için rakip gördüklerine her türlü kumpası kuran, iftira atmaktan geri durmayan FETÖ/PDY, 70’li yıllardan beri çalışmalarını yürüttüğü sızma operasyonuna 28 Şubat döneminde de hız vermiş, yüzlerce memurun, polisin, askerin fişlenmesinde ‘Laikçi Cunta’ya ‘yardımcı’ olmuştu. Tasfiye edilen Müslüman memurların, askerlerin yerine ise; kendi elemanlarını yerleştirmişti. Yargı’ya, Emniyet’e, TSK’ya ağırlık veren FETÖ, ektiği tohumların meyvelerini yıllar sonra alacaktı. Müslümanların devletten tasfiyesine hız verilen 28 Şubat döneminde birçok kişi de iftiralar sonucu yargılandı ve yıllarca süren hapis cezalarına çarptırıldı.

28 Şubat bin yıl sürmedi ama o dönem haksız bir şekilde tutuklanan ve hapis cezasına çarptırılan onlarca insan hâlâ hapiste.

Yeniden yargılama ve özgürlük istiyorlar

Diriliş Postası olarak 28 Şubat mağdurları adına Avukat Murat Sadak’la ve Hüda-Par Genel Başkan Yardımcısı Erdal Elibüyük ile görüştük, mağdurların taleplerini öğrendik. Kumpas davalarında mahkum olanların tahliye olduğu ve iade-i itibar yapıldığı bugünlerde iftira sonucu haksız bir şekilde verilmiş mahkumiyetlerinin hâlâ devam ettiğine dikkat çeken mağdurlar özgürlüklerini geri istiyor.

“Yargı; İslam’ı yaşayanlara karşı bir linç makinesine dönüşmüştü”

Avukat Murat Sadak

Bugün daha belirgin bir şekilde görüldüğü üzere güç merkezine göre şekillenen yargı, geçmiş dönemde politik ve konjonktürel yargılamalar yapmıştır. Hatta kendisinden olayanlara adeta düşman ceza hukukunu uygulamıştır. Kendisine muhalif olan azınlık kesime her türlü zulmü reva görmüş, muhalif kesime yönelik, onları susturan “sopa” olmuştur.

Derin ve kirli güç odaklarınca yargı; hesap görme ve biçme aracı olarak hep kullanılan “özellikli” yargı, İstiklal Mahkemeleri’nden başlayıp 2000’li yıllarda hâkimlere verilen direktif ve brifinglerle İslam’a ve İslami kimliği ön plana çıkanlara karşı bir linç makinasına dönüşmüştü. Bu dönemlerde mahkemeler yargıcın mülkü gibiydi. Yargıçlar da onu oluşturan sistemin bekçisi olmuşlar, özellikle 1990 yıllardan bu yana yapılan adalet idesinden yoksun yargılamalar İslami kesim başta olmak üzere muhalif herkesi sistemin mağduru haline getirmiştir. 2000’li yıllarda ise bu mağduriyetler zirve yapmıştır. Cemaatlere ve statüko dışında diğer siyasi oluşumlara düşman ceza hukukunu uygulanmıştır. Bunların mensuplarına da sudan bahanelerle mahkûmiyetler verilmiştir.

ZİNDANLARDA HÂLÂ 350 TUTUKLU VAR

Yaşanılan ve yaşanmaya devam edinilen bu mağduriyetlerin tek sorumlusu olmasa da en önemli sorumlusu hiç kuşku yok ki o dönem devleti yönetenlerin anlayışıdır. Mahkûmlar, bu anlayışın mağduru olmuşlardır. Cezaevlerinde salt İslami kimliğinden dolayı yaklaşık 350 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. Ayrıca bu rakamlara firari olanları eklediğimizde rakam muhtemel 1000 üzerinde çıkmaktadır. Şu an cezaevlerinde bulunanlardan bazıları 10 yıldır, bazıları 20 yıldır, bazıları ise 20 yılı aşkın süredir cezaevindeler. Peki, bu kadar uzun bir süre cezaevinde kalmalarını gerektirecek ne yapmışlardı, suçları neydi! Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle eski Türkiye’ye karşı çıkmışlardı, daha iyi ve adil bir düzen istiyorlardı. İslami kimliğinden dolayı cezaevinde bulunanlar dinin ateşten bir gömleğe dönüştüğü zamanlarda o gömleği giydikleri için cezaevindeler. Onlar zalime karşı dik durdukları, zulmü içlerine sindiremedikleri, Yusufî bir duruş sergiledikleri için yıllardır cezaevindeler! Bu kişiler yargılanırken hukuk rafa kaldırılmış, farklı -ve aslında olmayan- bir mevzuat uygulanmış, en ufak şüpheden kişilere müebbet hapis cezaları reva görülmüş, mahkeme kararları işkence altında verilmiş ve kurgulanmış ifadelere dayandırılmıştır.

“Merhamet değil, adalet istiyoruz”

İşte bunun için cezaevindekiler ve bunların dışarıdaki yakınları devletten merhamet değil; mevcut yasaların uygulanması noktasında adaleti istiyorlar. Cezaevindeki bulunan hiç kimse devletten merhamet beklemiyor. Onların devletten beklediği sadece ve sadece kendi düzeni içinde de olsa adalettir. Belki birçoğuna yabancı ya da içi boş gibi gelebilir ama cezaevindeki mahpusların tek istediği adalettir. Haksızlığa uğrayan ve ömürlerini cezaevinde geçiren mahpusların etkin bir şekilde mağduriyetlerini giderici mekanizmaların oluşturulması gerekir.

Cezaevlerindekilerin daha fazla mağdur olmamaları için bu kişilerin infazlarının durdurularak tahliye edilmeleri sağlamaktır. Akabinde ise adil bir yargılama sistemi oluşturarak haksızlığa kim uğramışsa yeniden yargılama önünün açılmasını sağlamasıdır.

“Geç kalınmış olsa da adaletin yerini bulması arzumuzdur”

HÜDA PAR Medya ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul İl Başkanı Erdal Elibüyük, 28 Şubat mağdurlarıyla ilgili olarak; “Geç kalınmış olsa da adaletin yerini bulması arzumuzdur” dedi.

Gelişmeleri ve gayri hukuki mahkeme kararlarını gazetemize değerlendiren HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Erdal Elibüyük, FETÖ’nün, binlerce insanı inancından dolayı mağdur ettiğini ve çok büyük zulümlerin altına imza attığını söyledi. Elibüyük, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın da belirttiği gibi; ülkede 20, 25 yıldır haksız yere cezaevlerinde yatanlar var. FETÖ tarafından yıllar önce devreye konan ve halen devam eden bu zulüm çarkı artık son bulmalı. Geç kalınmış olsa da adaletin yerini bulması arzumuzdur.” ifadelerini kullandı.

“100 yılı aşan hapis cezaları verildi”

28 Şubat dönemi ve sonrası süreçte kolluk kuvvetleri ve yargıda çok daha ciddi bir yapılanmaya giden FETÖ, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kendisine rakip gördüğü birçok İslami camiayı bertaraf etme yoluna gitmiş, bunun için de düzmece delil ve evraklar üzerinden operasyonlar yapmış, insanların legal çerçevede yürüttüğü faaliyetleri terör suçu kapsamına alarak hayali suçlar ihdas etmiş, bu yolla binlerce insanın haksız yere yıllarca cezaevi yatarak mağdur edilmelerine sebep olmuştur.

“Fesat şebekesinin zulüm çarkına artık dur denilmeli”

Devletin ve hükümetin FETÖ’nün mağdur ettiği insanların durumunu görmeleri gerektiğini belirten Elibüyük, “Darbeye teşebbüs eden fesat şebekesinin bugüne kadar yaptığı zulümlerden dolayı haksız yere tutuklanarak cezaevinde konulanların özgürlüğü, itibarı ve mesleği iade edilmelidir. İftira ve kumpaslar sonucu mağdur edilmiş vatandaşların mağduriyetleri görülmeli, fesat şebekesinin meydana getirdiği bireysel, toplumsal, siyasal ve ekonomik bütün tahribat onarılarak bu zulüm çarkına artık dur denilmelidir.” şeklinde konuştu.

“İslami kimliklerinden dolayı binlerce insan cezaevlerine atıldı”

FETÖ’nün yıllar yılı kuzu postuna bürünerek ağına düşürdüğü iyi niyetli çocukları emperyalist tezgâhlardan geçirerek birer ölüm makinesine dönüştürdüğünü belirten Elibüyük, bu ihanet şebekesinin diğer taraftan da şeytani planlarının önünde engel olarak gördüğü kişi veya kesimleri her türlü gayr-i insani, gayr-i ahlaki yol, yöntem ve kumpaslarla devre dışı bırakmaya çalıştığına dikkat çekti.

“Cumhurbaşkanı’nın sözleri ihbar olarak değerlendirilmeli”

Elibüyük, “FETÖ ihanet şebekesi mensuplarının hak ettikleri cezaya çarptırılması ne kadar önemliyse, “terör örgütü üyesi” oldukları kabul edilen FETÖ’cü hâkim ve savcıların Yargı terörü ile mağdur ettiği vatandaşların mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi de o kadar önemlidir.” dedi. Elibüyük, Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi cezaevlerinde 10-15, hatta 20-25 yıldır haksız yere mahkûm edilen insanların olduğu gerçeği ayan beyan ortadadır. Cumhurbaşkanı’nın bu söylemi, yargı mensupları tarafından ihbar olarak değerlendirilip bu konunun üzerine ivedilikle gidilmesi gerekir.” ifadelerini kullandı.

“FETÖ’cü hâkim ve savcıların verdikleri kararlar yok hükmünde sayılmalı”

Elibüyük, “FETÖ soruşturması kapsamında “terörist” suçlamasıyla tutuklanan veya meslekten ihraç edilen hâkim ve savcıların verdikleri kararların “yok hükmünde sayılması” ve mahkûm ettikleri kişilerin dosyalarının yeniden ele alınarak zulme uğradığı anlaşılanların beraatının verilmesi gerekir. Devlet gücünü ele geçirmiş odaklarının eliyle zulme uğramış insanların mağduriyetlerinin bir an önce giderilmesi sorumluluğu da devlete ve hükümete aittir.” dedi.

Kanaat önderlerinden çağrı: Mağduriyetler giderilsin!

28 Şubat yargılamalarının tarafsız bir şekilde yapılmadığı ortak fikrinde buluşan gazeteci, yazar ve aktivistlerden oluşan kanaat önderleri; mahkumlar için yeniden yargılamaların önünün açılması ve mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğini dile getiriyor.

Cengiz Algan

Dönemin ‘kudretli’ generalleri “28 Şubat bin yıl sürecek” demişlerdi ama ilk defa kendilerine kafa tutan siyasetçilere ve onların arkasından yürüyen millete tosladılar. Şimdi sıra, 28 Şubat vampirlerinin kanlarını emdiği mazlumlara yeniden kan ve can verme zamanıdır. 28 Şubat tutsaklarına bir an önce hürriyetlerini vermek yetmez; tüm haklarının iadesi bu milletin onlara vefa borcudur.

Süleyman Kurt

Türkiye’de sırf islami kimlikleri nedeniyle cezaevlerine konulan ve yıllardır zindanlarda adeta unutulan tutsakların hayatları karartılmış durumda. Somut ve makul hiç bir suçlama dahi yapılmaksızın 28 Şubat darbesinin ürünü ve sonucu olarak hapse atılan insanlar içeri girdiğinde ilk okula giden çocukları babasız bir çocukluk ve gençlik geçirerek şimdi üniversite çağına geldiler. Bu minval üzere kendisi de haksız ve sebepsiz yere hapse atılan sayın Cumhurbaşkanımız bu mağduriyeti en iyi anlayanlardan olacaktır. Umarım bu büyük zulüm biran evvel son bulur ve zindanlarda oğullarının kızlarının eşlerinin hasretiyle ömür çürüten tutsaklar bahara sabaha güne kavuşurlar. Diriliş Postası ailesine bu önemli meseleyi dert edindiği ve gündeme getirdiği için yürekten teşekkür ediyor, aynı zamanda zindanlardaki tüm tutsaklara selam ediyorum…

Ufuk Coşkun

28 Şubat, MOSSAD-CIA ve içerideki FETÖ gibi hain yapıların, gayri millî unsurların stratejik işbirliğiyle gerçekleştirilen alçakça bir darbedir. Bu ülkenin Müslüman, yerli insanına dönük yapılmış topyekûn bir saldırı ve imha hareketidir. Müslümanların direncini kırmak ve FETÖ’ye alan açmak için türlü entrikalarla Müslüman şahsiyetlere tarihin en acımasız zulmünü yaşattılar! İsrail lobileriyle iş tutan içerideki hainler, ülkeyi üst aklın emrine amade kılmak için binlerce insanın hayatını kararttı. İşkence ve tehditler altında uydurma delillerle, sahte kimlikli yalancı şahitlerle birçok Müslüman şahsiyet haksız yere mahkûmiyet aldı. Çocukluğunu hapishanelerde geçiren Yakup Köse ve 15 yıldır içeride akıl almaz yöntemlerle işkence gören Salih Mirzabeyoğlu bu zulmü çok ağır bir biçimde yaşadılar. 28 Şubat’ın üzerinden tam 19 yıl geçmesine rağmen FETÖ’nün savcıları marifetiyle tertip edilmiş düzmece iddianamelerle hala içeride bu zulmü yaşayan, adil yargılama bekleyen çok sayıda mağdur Müslüman bulunmaktadır. Bu mağdurlar yeniden adil yargılanma talep ediyor. Adalet istiyorlar…Artık bu zulüm son bulsun! Her daim mazlumun yanında yer alan Cumhurbaşkanımızın bu haksızlığa da en kısa sürede çözüm bulacağını umuyorum…

Erol Erdoğan

28 Şubat süreci, diğerlerinden farklı olarak siyasetin yanısıra doğrudan halka, STK’lara, eğitime ve dini yapılara yöneldiği için topluma daha fazla hasar vermiş ağır bir darbedir. Birçok insan, biraz da muhafazakar bir refleksle, devletle fazla uğraşmayalım psikolojisiyle, mağduriyetlerinin telafisi için yeterince çaba göstermiyor, çekiniyor veya “Buna da şükür” diyor. Ancak, devlet böyle düşünmemeli, 28 Şubat’tan dolayı oluşan her türlü mağduriyet giderilmeli. Burada acı olan, 28 Şubatçıların uyduruk gerekçelerle hapse attığı düşünülen bazı insanların hala içeride ömür tüketiyor olmasıdır. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz sonrası özellikle yargıda ortaya çıkan kumpasçı tablo, devletin daha fazla gecikmeden 28 Şubat mağduru olma ihtimali olan herkesin yeniden yargılanma talebini dikkate almasını zorunlu kılmaktadır. FETÖ, 30-40 yıllık bir virüs olduğuna göre, sadece 28 Şubat süreci değil, kuşkulu olduğu intibaı veren diğer konulara da benzer bir şüpheyle yaklaşmalıyız. Roboski dahil kuşkulu tüm konular masaya yatırılmalıdır. 

Senai Demirci

Fetullah Gülen’in Said Nursi çekemezliği gençliğinde başlar, ellili yılların sonuna doğru, henüz hayatta olan Said Nursi’yi niye ziyarete gitmediğini, Küçük Dünyam eserinde açıklar. “Böyle bir adam niye Kürtlerin arasından geldi ki!” Bu açık haset cümlesini, bugüne kadar tashih etmedi Gülen. Açık ırkçılık kokan ifadesine dair bir pişmanlık emaresi göstermedi. Takvimler meş’um 28 Şubat’ı gösterdiğinde ise, o zamanki egemen medyanın el üstünde tuttuğu, seküler talimatlarını ezilen Müslümanlara benimsetmek için seçtiği sözcü figür haline geldi Gülen. İşte o vakit, ilk defa, Bediüzzaman Said Nursi ile ilişkilendirilmesine izin verdi. Şaşırtıcıydı bu. O günlerde, ben de şaşırmıştım. O güne kadar Said Nursi ile ilişkilendirilmesini ya aşırı tevazu gösterisiyle ya da öfkeli bir dille reddederdi Gülen. Ya cesareti gelmişti ya da muhabbet etmeye başlamış olmalıydı!? Yirmisekiz Şubat sonrasında adeta hormonla büyütülen örgüt, hep sivil kalmış gerçek Nur cemaatinden rol çaldı, “Nur Cemaati” markasını gasp etti. Ümmetin biricik ümidi olan, anlattığının karşılığında, sadece maddi değil, manevi menfaat bile beklemeyen Said Nursi yürüyüşünün yerine geçti. Zorla para toplayan mafya örgütü “Nur Cemaati” diye adlandırıldı. Yıllar sonra anlıyoruz ki, Gülen’in Said Nursi ile ilişkilendirilmesine izin vermesi, hem de 28 Şubat gibi zor zamanda, ne cesaretindenmiş ne de muhabbetinden. Etkileri bugüne kadar uzanan ustaca bir kalpazanlık planıymış. Bilirsiniz, sahici parayı en iyi bilenler kalpazanlardır; başkalarının dikkat etmediği noktaları ince ince çalıştıktan sonra kalpazanlığa başlarlar. Gülen’in çok iyi Risale çalışmış olması, alıntılarının bolca olması şaşılır bir şey değildir. Zira gerçeğini andırmayan çakma, başarısız bir çakma olurdu. Sahte para, sahicisiyle fark edilmediği ölçüde başarılıdır. Peki niye sahtekârlık için Risale’yi seçti diye sorulabilir. Gayet basit bir cevabı var. Çünkü kalpazanlar en değerli banknotun sahtesini basar; küçük banknotlar sahtekârlığa değmez. FETÖ’nün Said Nursi’nin diriltici eseri Risale-i Nur’la ilişkisi, büyük sahtekârlığa hazırlıktan ibarettir. Tüm fitnecilerin yaptığını yapmıştır FETÖ. Kendi yalanlarına çekirdek yapmak üzere, kıymeti yüksek, itibarı bilinen bir gerçeği seçmiştir. Sonra da, bu hakikat çekirdeği üzerinden bilinçli ve planlı sapmalar ve savrulmalar başlatmıştır. Bu yüzden, kandırılmış/devşirilmiş çoğu insanın itiraflarının ortak noktası, Risale-i Nur’un yem olarak kullanıldığı yönündedir. Çünkü büyük tuzağa büyük yem gerek… Saf akan dereyi kurutmaya kalktı FETÖ; dere yatağı üzerine kalın betonlar döktü. Ama işte o ince damar, saf akış gelip kırdı o zalim betonu; ümmetin gönlündeki karartma sona erdi, ermek üzere.

Abdulhamit Güler

İnsanoğlunun yeryüzündeki yegane varlık sebebi kulluk olsa gerek. Kulu kulla muhatap eden şey ise adalet/sizlik. Yani kulluğumuz, adalet ile aramızdaki münasebette gizli.

Bu açıdan bakınca FETÖ yapılanmasının insanoğlunun birikimine en ağır darbesinin hukuk alanında olduğunu söyleyebiliriz. Kendi gibi düşünmeyen/inanmayan kimseye acımadığı açık. Seküler, dindar ayrımı yapmadan adaleti katleden bu örgütün, mütedeyyin kesime karşı ne denli kin güttüğünü 28 Şubat ile alakalı davalarda görüyoruz. Postmodern darbe sürecinden faydalanarak kendilerine rakip gördükleri dindarları töhmet altında bırakıp zindanlara atan bu örgütten başkası değil. 28 Şubat’ın bin yıl sürmeden bitmesine karşın bu davalarda olumlu gelişme yaşanmamasının sebebi de bu örgütün kadrolarıdır. Adil yargılanma ve özlük haklarını kullanma gibi hiçbir temel insani şartları yerine getiremeyen mağdurlara, tam da FETÖ ile mücadelenin zirve yaptığı bu süreçte haklarının iade edilmesi gerek. Vakit kaybetmeden, mağduriyetlerin tazmini de sağlanarak…Bu iadei itibar, hukuksuzluk yaşayanların haklarının iade edilmesinin yanında, FETÖ ile mücadelede inanırlık ve motivasyon sağlaması açısından da mühim. Fakat her türlü hesap, plan ve organizasyonun ötesinde sadece ve sadece adaletin sağlanması için 28 Şubat bağlantılı davalara müdahale edilmesi gerekiyor. Yeniden ve adil yargılanma sağlanmalı. İvedi. Lütfü değil hak olarak…

Ahmet Kekeç

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’deki yapı iyice açığa çıktı. Bu yapının yargı içinde bir örgütlenmeye gittiğini biliyoruz. Üstelik bunlar eylemlerinde suçüstü yakalandılar. Hal böyleyken Türkiye’deki bütün siyasi yargılamalara yeniden dönüp bakmak gerekiyor. Çünkü o yargılamalar hukuğa göre yapılmadı. Büyük çoğunluğunun kumpaslar eşliğinde yapıldığını biliyoruz. 28 Şubat’tan başlayarak; içimize sinmeyen, hukukla ilişkisi problemli yığınla yargı kararı duruyor önümüzde. 15 Temmuz’un önümüze serdiği bilgiyle bütün o davaları yeniden yargılamak gerekiyor. Bu konuda yasa gerekliyse yasa da çıkarılmalı. Özetle. Birçoğu hala içerde bulunan insanların mağduriyetlerine son verilmeli.

Yusuf Kaplan

28 Şubat bitti deniliyor, görünüşe bakılırsa bitmiş gibi de görünüyor- ama aslında bizi bitirdi. Bu, diğer darbelere benzemeyen büyük bir darbe. 15 Temmuz da onun uzantısıydı. Daha sinsi ve maskelisiydi. Bu maske FETÖ maskesiydi. Bu maske ile asıl hedef ruh kökleri, tasavvuf ve cemaatlerdi. FETÖ, işin bahanesi. Burada asıl mesele İslam düşmanlığı. “İrtica tehdidi” diyerek İslam’a küresel çapta bir saldırı başlatılmıştı. Bu toplumun Müslüman omurgasını yok etmeye çalıştılar.

Nuh Albayrak

Asıl olan vicdanlardaki adalettir. Hukuk sistemleri, vicdanlarla örtüşen kararlar alabildiği kadar adildir. 28 Şubat’ta sahnelenen iğrenç oyunun dibi ancak 15 Temmuz’dan sonra görülebilmiştir. Ve güdümlü yargının 28 Şubat sürecinde mahkum ettiği Müslümanların yaşadığı sıradan bir mağduriyet değildir. Bahsettiğimiz mağduriyet, birkaç yargıcın bireysel hırslarından kaynaklanan arızi bir yargı arızası olmayıp, tam aksine; uzun metrajlı bir imha projesinin sistematik infazlarıdır. Bugün bir bardak suda mağduriyet fırtınaları estirenlerin, 28 Şubat zulümlerinin ürettiği dev mağduriyetleri bir türlü görememesi de ayrı bir zulümdür. Hakimi mahkum olan davanın mahkumu mazlum demektir. O halde 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetini giderecek süreci başlatmanın tam zamanıdır.

Turan Kışlakçı

28 Şubat, Türkiye tarihindeki kara lekelerden bir tanesi hatta en büyük lekelerden biri. Aslında 28 Şubat, 15 Temmuz’daki FETÖ darbesine zemin hazırlayan şeylerden biriydi. Ve öğrendiğimize göre aslında 28 Şubat’ın mimarlarından bir tanesi de FETÖ. Bundan dolayı şu anda hükümete, muhafazakâr kesime yapılan eleştiriler doğru değil. FETÖ aslında Türkiye’de darbecilerin ortaya çıkardığı bir örgüt. Dini hüvviyeti olabilir ama aslında onların eseri. 60 darbesini, 71 darbesini, 80 darbesini, 28 Şubat’ın mimarları aslında FETÖ’nün de mimarları. FETÖ teröre örgütü onların eserlerinden bir tanesi. Öte yandan 28 Şubat mağdurlarının hâlâ olması Türkiye açısından bir utançtır. Bu kirli yapının yargıda verdikleri tüm kararlar feshedilmeli ve mağduriyetlerin giderilmelidir. Hatta devlet bu mağdurlardan özür dileyip helallik istemelidir.

Editör: TE Bilisim