Ben şu kadarlık ömrü hayatımda CHP kadar şanssız parti, CHP’liler kadar bahtsız adamlar görmedim. Adamlar, ne yaparlarsa yapsınlar kimseye yaranamıyorlar? Ağızlarıyla kuş tutsalar hep eleştiriliyorlar.
Söyledikleri her şey aleyhlerine delil olarak kullanılıyor, yaptıkları her şey bumerang gibi geri dönüp kendilerini vuruyor.
Geçmişte yaptıkları hatalar, yanlışlar onlarca yıl geçse de yakalarını bırakmıyor; geçmişe sünger çekip yanlışlarıyla yüzleşme, samimi bir özür dileme de söz konusu olmadığı için hep bir hesap verme durumu söz konusu…
Tek adam yönetimi diyorlar, 1950’ye kadar ülke yönetimindeki yaptıkları yüzlerine vuruluyor.
Demokrasi, cumhuriyet kazanımları diyorlar, 1960 darbesi ve sonrasındaki darbelerdeki rolleri hatırlatılıyor. Açık oy, gizli tasnif gibi dünyada eşi benzeri olmayan 1946 seçimlerine gönderme yapılıyor hemen…
Özgürlük, fikir özgürlüğü diyorlar, şapka ve kılık kıyafet kanunu, istiklal Mahkemeleri; asılan, sürülen, süründürülen insanlar sayılmaya başlanıyor. Hayatlarını zindan ettikleri ve sonradan sahiplendikleri Nazım Hikmetler, Sabahattin Aliler tek tek önlerine konuluyor.
Din ve vicdan hürriyeti diyorlar, ezan yasağı; Kur’an öğrenmenin, öğretmenin, okumanın, okutmanın yasak olduğu yıllar ve insanlara yapılan zulümler; kapatılan, satılan, yıkılan, müzeye çevrilen camiler belgeleriyle ortaya konuyor.
Etkisini üzerinden henüz atamadığımız, mağdurlarının haklarını hâlâ iade edemediğimiz 28 Şubat süreci taptaze şekilde zihinlerimizde yaşıyor ve CHP zihniyeti de hâlâ pişmanlığını yaşamıyor.
Siyasi yasakları, haksız yere içeri atılanları, giyiminden kuşamından dolayı eğitim hakları ellerinden alınanları; inancından dolayı kamu kurumlarından atılanları, ibadet ettiği içinorduyla ilişiği kesilenleri; tesettürlü olduğu için sokaklarda, caddelerdeCHP zihniyetlilerin tacizine, hakaretine uğrayanları saymaya kalksak ciltler dolusu kitap olur.
Tabii bunları reddetmeden, yer yer savunarak siyaset yapmak, milletin gönlüne girmek de kolay değil.
Kolay olmayınca da ne yapılıyor? Takiye yapılıyor, inkâr ediliyor; bundan sonra yapmayacaklarının da garantisini veremiyorlar.
İktidarı elde ettikleri yerel yönetimlerde yaptıkları, yapmadıkları, yapmayıp yapmış gibi göstermeye çalıştıkları şeyler de gerçek yüzlerini görmemize; geçmişlerini unutanların hatırlamasına vesile oluyor.
Muhalefet olmayı, hükûmetin her yaptığını kötülemekle, yapılan her güzel işe karşı olmakla karıştıran bir zihniyetle ülkeye ve millete hizmet etmek ise imkânsız.
Olmayınca da yalan söylemek zorunda kalıyorlar, yap/a/madıklarını yapmış gibi göstermek, eleştirdiklerinin çok daha fazlasını yapmak gibi bir garabet içine giriyorlar. Tabii doğru olmadığı ortaya çıkınca da rezil oluyorlar.
Vatandaşlar arasındaki yardımlaşmayı teşvik eden hükûmet programını dilencilik olarak niteleyip yardım kampanyası başlatıyorlar, fitre ve zekât toplamaya girişiyorlar. Amacın fitre, zekât mı; fitne, fesat mı olduğunu ise siz okuyucularımıza bırakıyoruz.
Dünyada örneği pek olmayan şehir hastanelerine karşı çıkıyorlar, sonra ne kadar doğru bir yatırım olduğu anlaşılınca da kendi belediyelerininde 30 günde bin kişilik hastane kurduğunu iddia ediyorlar. Hastane adına ortada hiçbir şey olmadığı, hatta ihtiyaç bile olmadığı kısa süre içinde anlaşılıyor.
Ne yapacaksınız? Hayalini bile kuramadığınız hizmetlerin, siz düşünemeden uygulamaya geçmiş olması, bir siyasetçi için kabul edilebilir bir şey değil tabii…
Hizmet üretemiyorsanız en azından takdir edecek kadar olgun olun ki hezimetiniz çok belli olmasın.
Bu millet, hizmet edeni de hezimete uğrayanı da anlayabilecek kadar basiret sahibidir!..
Bin kişilik hastaneyi boş verin de yapılan hastanelerin yolunu yapabilse belediyeleriniz en azından…