Modern dünyanın nabzı olan hız karşısında, duygularımız allak bullak. Aşkı adeta bir müzeyi seyredercesine yaşıyoruz; emeksiz, hatırasız ve donuk. Biraz gözleri kamaştıran merak, biraz da tutku ile sevmeye yelken açmak; kalbi yaraya alıştırmaktan başka bir şey değil.
Aceleyle, hırsla ne yaşanacaksa hemen yaşanmalı. İki kalp, tek kalp olmadan her şey ya bitmeli, ya da başlamalı. Gözlemleme, analiz etme- anlama, yorumlama, zahmetli ve sıkıcı. O zaman zevk şölenine çevrilmiş aşkların esiriyiz! Heyecan ve hayal adlı iki kurnaz duyguda, anlık sevmelerin yolcusuyuz. Her an veda edebiliriz aşka, sıkılmak adlı bahanemiz hazır ne de olsa. Bu gönlü eğlendirmektir, sevmek değil…
Vefa, hoş görü, tevazu ve teslimiyetin uğramadığı sevmeler, kalbi kirletir. Sonra ne huzur kalır ne de saadet. Saf sevgiye ne kadar açız değil mi? Yapmacık ve yüzeysel olan şeylerle bir kalp ne kadar oyalanabilir ki?
“Sen geldin benim deli köşemde durdun-Merhametin ta kendisiydi gözlerin.” diyen Sezai Karakoç gibi çekelim aşk perdesini aramıza.
“Ne zaman seni düşünsem/ Bir ceylan su içmeye iner.” diyen İlhan Berk gibi bir düşünüş bırakalım sevgilin penceresine.
“Dilinin ucunda yalnızca kendi adın/Çünkü sevdikçe beni sen, kendini tanıdın.” diyen Edip Cansever’in anlamak adlı iksiriyle âşık olalım…
Şimdi huzurun tadı ile sevgi bahçesine girip, kendi gökyüzümüzden seyredelim aşkı. Hira dağının samimiyetiyle, Yusuf’un saflığı, Yakup’un gözleriyle. Ve İbrahim’in teslimiyetiyle terbiye olmuş sevmeler sunalım sevgiliye.
Ey aşkın sabrı, tut ellerimden-sıratım sen, cennetim sensin. Duadır, aşktır, yanmaktır, kavuşmaktır sabır…
“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen/Merdüm-i dilde-i ekvan olan âdemsin sen: Kendine iyi bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın göz bebeği âdemsin.” Şeyh Galip aşkın billur kâsesi olan insanın kalbini, aşka daldıran bir âşıktır…
Bu bir nevi aşkta, aşkı aramak gibi bir şey. Vardığımız son nokta, başlarken bizi sarsan aşkın aynısı değil mi? Bunu bile bile bu yolda hırpalanmak istememiz de aşkın büyüsünden olsa gerek.
“Kalbimi hasretinin potasında eritsem /Mevsim bitmez çöllerde yıllarca gitsem, gitsem …” diyor Halide Nusret Zorlutuna. Ey sevgili, aşk eğer bir gurbetse; ikimize ait olsun bir zamandan özleyelim birbirimizi demeyen olmuş mudur ki?
O bir damla sevgide, bazen yerli yersiz suçladığımız kalbimizde coşmak nasıl bir şeyse, hepsi sevgilinin göz bebeklerine kilitlenmek için işte…
“Sevmek… Delicesine, deliler gibi sevmek! Kuş uçar gibi sevmek, gök gürler gibi sevmek! Bir çocuk inancıyla inanarak, kanarak/Ve bir günahkâr fani azabıyla yanarak/Hep onu arayarak baharda, yazda, kışta - Sevmek… Hasta anneyi, altın başlı yavruyu; baharı, yaldızları, göğü, güneşi, suyu/yürekten kopan ince bir ahı sever gibi, sevmek… Toprağı sever, Allah’ı sever gibi!” Halide Nusret Zorlutuna.
Evet, bir şairin “Sevmek” adlı şiiriyle sevmek. Ah, bu aşk telaşı, yaşamın manası. Göğsümü genişleten sevincim, içimi yakan kederim. Hepimizin en kışkırtıcı masalı bu.
Sevmek dediğimde benim aklıma ilk, emek işçiliği geliyor, heves değil! İhtiras, zevk ve eğlenceyle alçaltılmış sevgilerden, o şımarıklıktan, ucuzluktan uzak durmasını bilmeliyiz. İstemeden kendimizi yıprattıysak, insan kader diyebilmeli yaşadığına. İsyan etmeden, sıkı bir iç çekişte toparlanmaya ne derseniz? Bu iç duada kırgınlığı onarmak, biraz da nasip işi olsa gerek...
“Ne varlığına sevinirim - ne yokluğuna yerinirim/Aşkın ile avunurum- bana seni gerek seni.” Bir yanımız Yunus işte! “Benim sadık yârim kara topraktır.” Bir yanımızda Âşık Veysel.
“Bir gün kızsan bana, alsan başını /yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?” diyen soran Mevlana’nın yoluna hangimiz talip olmadı ki? Bu nasıl aşk şerbeti böyle. İçeni sarhoş ediyor, içer gibi yapanı deli. İnsana kendini bulduran aşk değil mi?
Sen azizim aşkta yorulmak istemiyor muydun? Öyleyse neden korkuyorsun sevmekten. Hem gözlerin aşk olmuş haliyle kâinat temaşa edemiyorsan, kalbin bu hazza kenetlenmemişse niye yaşıyorsun ki? Eğer aşkla bakmayı denersek yaratılmış her şeye, dünyadaki zulüm o zaman durur işte.
Bugünün penceresine şöyle sesleniyorum: Sevmek göğsümde ölüm esnemesi gibi– Önce aşk geçecek sırattan/Tadını alamadığın aşk.
Kalbinize emanetsiniz…