Hazırlayan: Abdurrahman Akbaş
Dünya hayatını Rabb’imiz kitabımızda şöyle nitelendirmektedir: ‘’Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Ahirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.’’ (Hadîd, 20).
Dünya güzel bir yurttur. Dünyaya ve onun nimetlerine karşı bir ilgimiz var. İnsan bu dünyadan gitmek istemez. Mal, mülk, şan, şöhret, mevki, makam gibi dünyevî menfaatler bizim karşımıza çıkarak bizi cezbeder. Yaşlanmamıza rağmen dünyaya karşı olan bu sevgi ve arzularımız yok olmaz ihtiyarlamaz, bilakis yaşama ve mal sevgisi ömrümüzün sonuna dek hep canlı kalır. Sevgili Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade eder: “İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir; yaşama sevgisi ile mal sevgisi.” (Müslim, Zekât, 113) Ancak Yüce Allah takdiriyle bu dünya hayatını geçici kılmıştır. Bu geçiciliği unutmamız gerekir. Bu gerçeği unutanlar dünya ehli olanlardır. Onlar Yüce Yaratıcı’yı hatırdan çıkarıp tamamen dünyaya yönelen ve ölümü unutup dünyaya bağlanan ve ahireti düşünmeyenlerdir. Bu kişileri Rabb’imiz: “Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” buyurarak onların şeytana uyduklarını belirtmektedir.
Dolasıyla dünya hayatı; bizim için şükür ve ibadet ve iyiliklere vesile olan bir yerdir. Dünya, bizi ahiret nimetlerine ulaştırdığı ve Allah’ın rızasına ulaştırdığı için bizim için kıymetlidir. Bu yüzden dünyanın vakit bize bahşedilen bir hazine hükmündedir. Tefekkür zikir, ibadet, iyilikler ahiret nimetine dönüşecektir. İnsan ya dünya ya da ahiret hayatı ile ilgili olarak konusunda bir tercihte bulunmak zorundadır. Kimileri şu çabucak geçip giden dünya hayatını sevmekte önlerinde kendilerini bekleyen zorlu ahiret gününü ihmal etmektedir. Rabb’imiz, peygamberimizden dünya nimetleri ile kendi katındakiler arasında seçim yapmasını istediğinde o, Allah katındakileri tercih etmiştir. Dünya hayatı konusunda Sevgili Peygamberimizin (a.s) şu uyarısı dikkat çekicidir: Hakîm b. Hizâm (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah’tan (sav) Huneyn ganimetlerinden istedim, bana ondan verdi. Sonra yine istedim, yine bana verdi. Sonra tekrar istedim bu defa da verdi. Sonra şöyle buyurdu: "Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür." ” (Buhârî, Zekât, 50) En büyük zenginlik gönlün kanaatidir. Allah’a şükredebilmek ve O’ndan gâfil olmamak en büyük servettir.
Ahiret için çalışanı Yüce Allah yüceltir. O kişinin işlerini kolaylaştırır. Dünya hırslarının peşinden koşan kişi dünyayı elde eder, ama ahiret ondan uzaklaşır. Ahireti için yaşayan kişiye dünya gölge olur, Allah o kimseyi ummadığı yerden rızıklandırır. Rabb’imiz: “Kim ahiret kazancını isterse onun bu kazancını arttırırız; kim dünya kazancını tercih ederse ona da bundan veririz; ama onun ahirette hiçbir nasibi olmaz.” (Şûrâ sûresi 20. âyet) buyurarak bizlere yaşama gayemizin ahiret olması gerektiğini bildirmiştir.
Bu Ramazan ayında kendimizle muhasebe yaparak tercihlerimizin ve gayretlerimizin hangi yönde olduğunu gözden geçirelim. Kalbimizi dolduran hangi çirkin iş varsa onlardan kurtulmak için gayret edelim. Bu Ramazan ayı bizler için arınma ve dirilme zamanı olsun. Ahiretimiz mamur olsun...
RAMAZAN İLMİHÂLİ
Çalışanların iş verimini düşürmesi endişesiyle oruç tutmamaları caiz midir?
Ramazan orucu, ergenlik çağına ulaşmış ve akıl sağlığı yerinde her Müslümana farzdır. Mazeretsiz olarak oruç tutmayanlar büyük günah işlemiş olurlar. Zira Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, Allah’ın tanıdığı bir ruhsat olmadan, Ramazan’da bir gün orucunu tutmazsa, bütün yılın orucu bile o günün yerini tutmaz.” (Ebû Dâvûd, Savm, 38; bkz. Buhârî, Savm, 29) Ailesinin rızkını temin etmek için ağır işlerde çalışmak zorunda olup da oruç tutmaları sağlığına zarar verenlerin o günlerde oruç tutmayıp daha sonra kaza edebilecekleri, kaza etme imkânlarının olmaması durumunda ise her gün için bir fidye vermeleri şeklinde görüşler vardır. Ancak çok ağır olmayan günlük işlerde çalışmak orucu terk için özür sayılmaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Öyle erkekler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, dehşetinden kalplerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar.” (Nûr, 24/37) (DİB, Oruç-Sıkça Sorulanlar)
BİR KISSA
Peygamber Efendimiz, ileri gelen sahâbîlerinden Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı Bahreyn’e göndermişti. Bahreyn halkının vergisini toplayıp Medine'ye getirecekti. Bir gün Ebû Ubeyde Bahreyn’den döndü. Bunu haber alan Medineli Müslümanlar, o gün sabah namazında Mescid-i Nebevî’de toplandılar. Peygamber Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra kalkıp giderken Müslümanlar onun önünde durdular. Allah’ın Elçisi onların bu halini görünce gülümsedi:
“Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den bir şeyler getirdiğini duymuş olmalısınız’’ buyurdu.
“Evet, yâ Resûlallah! Duyduk” dediler. O zaman Efendimiz onlara şunu söyledi:
“Öyleyse gözünüz aydın; sizi memnun edecek şeyleri umabilirsiniz. Ben sizin fakir düşeceğinizden korkmuyorum. Ben dünyanın, sizden önceki milletlerin önüne nasıl serildiyse, bütün câzibesiyle sizin önünüze de serilmesinden; onlar daha fazla dünyalık kazanmak için birbiriyle nasıl yarıştılarsa, sizin de birbirinizle yarışmanızdan ve dünya onları nasıl helâk ettiyse, sizi de helak etmesinden korkuyorum."
GÜNÜN ÂYETİ
“Allah dilediği kimselere rızkı bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla sevinip mutlu oluyorlar, oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (Ra’d Sûresi, 26. Âyet)
GÜNÜN HADİSİ
“Zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15)
GÜNÜN DUÂSI
“Allah’ım! Bana helâl rızık nasip ederek haramlardan koru! Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, De’avât, 110)
CÜZ CÜZ KUR’AN
Onuncu Cüz
Onuncu cüzde; Enfal suresinin son tarafı ve Tevbe suresinin baş tarafı bulunmaktadır. Bu kısımdaki 3 konu (mesaj):
1. Savaş Ahlakı: Savaşta bile ensar, muhacir gibi ahlaklı olmak ve kulluğa devam etmek gerekir.
Enfal suresinin son tarafında Bedir savaşı örneği üzerinden savaş stratejileri anlatılır. Ayrıca savaşta da ahlaklı olma ve kulluk emredilir. Bunlara dikkat edilirse Allah’ın yardımı her zaman Müslümanlarla beraberdir. Bir kavim kendisini değiştirmedikçe Allah da onlara olan nimetini değiştirmez. (Enfal, 8/53) Müslümanlara yardım eden ve kalplerini birleştiren Allah’tır. (Enfal, 8/63) Surenin sonunda Medine’ye hicret eden muhacirler ve onlara yardım eden ensar anlatılır, onlar övülür ve imanın topluma yansımasının muhacir-ensar kardeşliğinden, ayrıca sıla-ı rahime riayet etmekten geçtiği hatırlatılır ve sure tamamlanır.
2. İslam Toplumunun Düşmanları
Burada iki düşman üzerinde durulur:
a. Anlaşmaları bozan müşrikler/kâfirler
b. Sürekli fitne çıkaran münafıklar
Onuncu cüzün bu bölümünde Tevbe suresi başlar. Bu sure Enfal suresinin devamı niteliğinde olduğu için başında besmele bulunmamaktadır. Ayrıca sure, anlaşmayı bozan ve bölgede sürekli fitne çıkaran müşriklere verilen bir ültimatom ile başlar. Bu bölümde yeryüzünde fitne çıkaran düşmanlara karşı savaşa hazır olunması gerektiği açıklanır. Ayrıca önemli bir iç tehlike olan ve İslam toplumunun birliğini bozan, moralini çökertmeye çalışan münafıklar üzerinde durulur. Onların ahlaki zaafları, çalışma usulleri ve stratejileri anlatılır. Müslümanların bunlara karşı da dikkatli olmaları ve mücadele etmeleri gerektiği hatırlatılır.
3. İslam Ekonomisinin Hedefleri
Özellikle İki Hedef Üzerinde Durulur:
a. İnfak
b. Sermayenin adil paylaşımı
Bu cüzün son kısmında infaktan bahsedilir. Ekonomik refahın sağlanması için çalışma ve teknoloji üretme yanında toplumsal yardımlaşma modeli olan bir infak stratejisi geliştirilmesi de emredilir. Yardıma muhtaç olanların mutlaka korunması gerektiği hatırlatılır. Toplumsal yardımlaşmanın bir parçası olan zekât ve sadakaların kimlere verileceği açıklanır (Tevbe, 9/60). Bütün bu çalışmaların İslam toplumunu güçlendireceği ve kalpleri birleştireceği anlatılır. (Rıfat Oral, Kur’an’ın Temel Konuları, DİB, s. 32-33.)
ESMÂ-İ HÜSNÂ
El-Latîf: "Lütuf ve ihsan sahibi olan. Bütün incelikleri bilen."
El-Habîr: "Olmuş olacak her şeyden haberdar."
El-Halîm: "Cezada, acele etmeyen, yumuşak davranan."
El-Azîm: "Büyüklükte benzeri yok. Pek yüce olan."